Sms - Habil Yaşar (Azerbaycan Türkçesinden Çeviren: Ahmet Yıldız) SMS
|
Kitabevim’den Nizami Gencevi'nin Sırların Hazinesi kitabını almış merdivenlerden inerken, telefonuma bir ‘SMS’ geldi. Numara Azerbaycan'a ait değildi. Önce önemsemedim. Dışarıya çıkınca Google'da ‘+ 19825467123659871’ kodunun hangi ülkeye ait olduğunu bulmaya çalıştım. Korkunç derecede sarsıcı ve garip olan şey, kodun herhangi bir ülkeye veya herhangi bir telefon şirketine ait olmamasıydı. Bir an kendimi fantastik bir filmin içinde gibi hissettim. Sonra mesajı okumaya başladım ve başka bir tuhaflığa tanık oldum:
Sevgili Ayhan Bey, 23 Kasım saat 23'de sizleri Nizami Sokak 83 numaradaki Koloritkafe restoranına davet ediyorum. Hürmetlerimle.
Nizami Gencevi
Caddede yürüyen insanları engellediğimin farkında olmadan birkaç saniye dondum, olduğum yerde çakılı kaldım. Karşıdan kendinden beklenilmeyecek biçimde çevik adımlarla yaklaşan biri ihtiyar, “Lütfen kenara çekilir misiniz?” dedi sertçe. Bu uyarıyla uyandım, kendime geldim. SMS'i taradım ve kanıt olarak telefonumun belleğine kaydettim.
Oğluma Sırların Hazinesi kitabını verdikten sonra Koloritkafe restoranına gitmek için ayrıldım. Bu gizemli ‘SMS’in düşüncelerimi darmadağın ettiğini, elim ayağımın titrediğini fark edince arabamla değil, taksiyle gitmeye karar verdim. Öyle değişmiştim ki evde ne kadar dikkatli davransam da ‘Sana ne oldu?’ demelerini engelleyemedim. Eşime, yolda olmuş daha doğrusu olmamış bir trafik kazası gördüğüm yalanını söyledim.
Takside yol boyunca, bu mesajın anlamını ve kimin, hangi amaçla yazmış olabileceğini düşündüm, telefonu anlamsızca kurcaladım. Arkadaşlarımın şakasıydı bu belli. Ancak bu esrarengiz bilinmeyen numara beni korkutuyordu. Birçok seçeneğim olmasına rağmen hiçbiri beni ikna etmedi. Herhangi bir mantıksal akıl yürütemiyordum; işte, gizemli bir SMS karşısında zayıf düşmüştüm. Sadece akrabalarıma değil, en yakın sırdaşıma bile bu konuyu bildirmedim. Ne yapabilirlerdi ki? Onlar da en az benim kadar şaşıracaklardı o kadar. Ama bana karşı bir suikast filan mı düzenleniyordu ne? Aklım gidip geliyordu. Hele suikast filansa arkadaşlarımın dostlarımın akrabalarımın başını belaya sokmamalıydım. Ama kim bana suikast düzenler ki? Neden düzenlesin?
Dayanamadım, saat 19:30'da Koloritkafe restoranına yaklaştım. Kapısında gezinerek Nizami Gencevi'yi beklemeye başladım. Daha erkendi ve geçen her saniye bana bir yıl gibi geliyordu. Çok heyecanlıydım. Bu nasıl olabilirdi? Öleli neredeyse bin sene olmuş Nizami Gencevi nasıl yeniden ortaya çıkabilir ve varlığını sadece ruhsal olarak değil aynı zamanda fiziksel olarak da üstelik böyle teknolojiyle filan gösterebilirdi?
Saat kulesi 19.59:59'u vurduğunda gittikçe seyrekleşen kalabalık arasından bir adam belirdi, yanıma yaklaştı ve derinlerden gelen yumuşak bir sesle, "Merhaba Ayhan bey" dedi.
Çatlak bir sesle, “Merhaba” diyebildim.
Ne resimlerdeki Nizami, ne de hayalimdeki Nizami’ydi. Gerçek hayattaki kadar parlak, güzel, yakışıklı ve büyüktü. Dünyada hiçbir lider, hiçbir ünlü Hollywood aktörü bile yakışıklılık konusunda onunla rekabet edemezdi. Onu hep bin yıl önceki giysilerle düşünmüştüm ama evet modern giysiler içinde çok çekiciydi, mükemmeldi.
Restorana girdikten sonra beni masalardan birine oturmaya davet etti ve buluşma teklifini kabul ettiğim için teşekkür etti. Ne yemek istediğimi sorduktan sonra garsona nazikçe siparişleri verdi. Şaşkınlığımı ne kadar saklamaya çalışsam da o her şeyi duyumsuyordu. Son derece yumuşak bir dille:
“Bu kadar heyecanlanmana gerek yok Ayhan Bey…”
Biraz durdu:
“Teessüfünüzü de normal karşılıyorum. Ama evet, ben Nizami Gencevi'yim!”
O an ne kadar uykudaymış gibi sersemlemişsem de kekeleyerek de olsa, “XII. yüzyılda yaşamış ve sadece Azerbaycan'da değil tüm dünyada tanınan Şeyh Nizami Gencevi mi” diye sorabildim.
“Evet öyle. Ben oyum.” Göğsünden ayağına doğru elini indirerek, “Baştan ayağa ve tüm ruhumla ben Nizami Gencevi'yim!” dedi.
İtirafı beni biraz rahatlattı, kekemeliğim de düzelmeye başladı: “
“Bu nasıl olabilir? Nasıl bu dünyaya döndünüz ve yeniden ortaya çıktınız?”
Tamamen soğukkanlı bir sesle:
“Şairlerin ölümsüz olduğunu bilmiyor musun? Onlar her iki dünyada da sağ ve selamettedirler. Diğer insanlar onları görme ve hissetme yeteneğine sahip değildir.”
Bense duygusal bir sesle, "Elbette, elbette şairler ölümsüzdür…" dedim ve merak ettiğim soruyu sordum: “Nasıl oldu da bana yeryüzünde hiçbir devlete veya tüzel kişiye ait olmayan numara ve kodlu bir mesaj gönderebildiniz?” dedim.
O aynı soğukkanlı sesiyle:
“Allah, şairlerin hayal güçlerinin tüm derinliklerini kullanmalarını sağlamakla kalmamış, onlara hayallerini gerçekleştirme yeteneği de vermiştir. Ve ben Tanrı'nın sonsuz lütfunu kullanarak sizinle bağlantı kurmaya çalıştım…” dedi.
Gencevi, bundan sonra soracağım sorunun da bir kısmını yanıtlamıştı.
Beni en çok şaşırtan şeyi öğrenmek için:
“Azerbaycan'da neredeyse 10 milyon, dünyada 8 milyar insan varken neden beni seçtiniz? Bu onuru elde etmek için sıradan bir insan değil miyim? Sizin tarafınızdan değil seçilmeyi, konuşmayı rüyâlarımda bile hayal edemezdim.” dedim.
Kısa bir sessizlikten sonra birden sesi değişti. Saygıyla sadece üç sözcük söyledi: "Siz buna layıksınız!"
Bu sözleri duyduğumda hissettiklerimi inanın şimdi yazamam. Tek söyleyebileceğim, sanki kanım donmuştu. Tuhaftır ki ruhumun derin katmanlarında bile yazma aşkım hiç olmadığı kadar alevlenmişti. Ellerim titriyordu. Çılgınca atan kalbimin sesini duyulabileceğini düşündüm.
Ama o birden, "Gitme zamanım geldi" dedi.
Ayağa kalkmadan önce:
“Oğlum ben bu dünyada 880 yaşındayım. Gün o gün olsun ki senin de 880. doğum günün kutlansın. Buna samimiyetle inanıyorum. Başka bir âlemde tekrar buluşmak ümidiyle Allah'a emanet olun Ayhan Bey...” dedi.
Gittikten birkaç saniye sonra, olduğum yerde donup kaldım ve geniş camdan dışarı baktım. Normal bir insan gibi yürüyordu ancak yolun sonuna yakın karanlık bir yerde birden buharlaştı ve gözden kayboldu.
Parmaklarımın arasında çevirip durduğum telefonumun düğmesine basıp ışıklı ekranına baktım. Şaşırtıcı bir şekilde esrarengiz numaralı SMS ve kaydettiğim ekran görüntüsü de silinmişti.
*
Nizami'nin alicenaplığı, ululuğu karşısında şaşkınlığımı gizleyememiş, gözyaşlarımı tutamayarak ağlamaya başlamıştım.
Habil Yaşar
(Azerbaycan Türkçesinden çeviren: Ahmet Yıldız)