Acının Çağrısı

Kapıyı çekti ve son anda, anahtarlarının içeride kaldığını fark etti. Kapıya bir tekme savurdu ancak kapı daha hızlıydı. Kapandı. Kapının hızına paralel olarak sağlam bir küfür savurdu.

yazı resimYZ

O gün kalktığında bugünün diğer günlerden farklı olmasını, olabilmesini umuyordu. Tıpkı daha önce de uyandığı ve geçmişin sayfalarına karalanan diğer günlerde de olduğu gibi. Biçare bir eda ile banyonun yolunu tuttu. Hayatındaki tek düzenli olan şey belki de her sabah yapmış olduğu bu banyoydu. Duşunu aldıktan sonra siyah perdeli, siyah çarşaflı, siyah halılı ve gri duvarlı buram buram kasvetin ezgileriyle uğuldayan odasına geldi. Saat tam 10:00'da ofisinde olması gerekiyordu çünkü oldukça önemli bir dava alabilirdi bu sefer. Fakat kendini bir türlü toparlayamıyordu. Kahvaltı yapmayı bir sonraki güne erteledi. Kuruduktan sonra hızlıca gardırobunu açtı. Ne giyeceğini düşünmesi gerekmiyordu. Çünkü zaten kıyafetleri iki renkten ibaretti. Nitekim bir pantolonu zar zor geçirebildi bacağından. Tek ayak üstünde durmaktan nefret ederdi ve bunu ilkokul sıralarına borçluydu. Ütülü, gri gömleğini de giydi, kravat takmadı. Kravat takmayı da hiç sevmezdi. Bunu da ortaokul sıralarına borçluydu.Perdeyi açtı, gün ışığı bir hışımla girdi içeri ve zaten sönük lambasının ışığını gölgede bıraktı. Bilakis bu savaşın kazananının lamba olduğunu da hiç hatırlamıyordu.

Kapıyı çekti ve son anda, anahtarlarının içeride kaldığını fark etti. Kapıya bir tekme savurdu ancak kapı daha hızlıydı. Kapandı. Kapının hızına paralel olarak sağlam bir küfür savurdu.

Ofisine geldiğinde saat dokuzu kırk yedi geçiyordu. Eviyle ofisi arasında renklerden başka hiçbir ortak özellik yoktu. Bu iki yerde aynı insanın yaşadığına inanmak oldukça zordu. Ketılı çalıştırmak için ilerlerken gözü boy aynasına ilişti. Karşısında duran adama bakmaya başladı. Orta boylu, ince, çenesini seyrek bir biçimde kaplayan kirli sakallı, yüz hatları sert, çene kemikleri belirgin, mat siyah gözlü ve kumral saçlı bir adam. Sanki sorguladıkça boşluğa kayıp giden bu orta yaşlı erkek kendisi değildi. Mutlu görünüyordu. Bu mutluluğun sebebini merak ettiğinden kendi gözlerine takıldı kaldı gözleri. Yine mi kendisiyle kavga etmeye başlayacaktı?
Saat ona beş kala gelmişti müşterisi. Sormadan bir kahve de ona koydu. Karşısında ufak tefek, kumral, suratı bir bebeğinki gibi yumuşak ve güzel görünen bir kadın vardı. Davasını almak istediği şirketin sekreteri olduğunu kadın söze başlayınca anladı. Yarım saat sonra davayı almış, elinde bir yığın dosyayla öylece oturuyordu ofisinde. Karnının acıktığını hissetti, her zamanki gittiği bir yer olmadığı için rastgele bir pastaneye girdi. Kahvaltısını yaptı. Ardından bir kahve daha söyleyip sigarasını yaktığında uçan dumana bakıp, beraberce uçup uçamayacaklarını sormak istiyordu. Fakat bu öylece olmazdı ki. Uzaklara uçup gidebilmesi için önce yanması gerekiyordu. Yaptığı çocukça felsefeye içten içe güldü ve eksik olan şey için bir gülümseme daha belirtti suratında. Acı gülümsemesiydi bu, kimileri öyle derdi. Ağlamak ? Ağlamak acısını hafifletebilirdi fakat acısının o yakıcı güneşi çoktan kurutmuştu gözlerindeki okyanusu. Yalnızca yakıcı tuzları kalmıştı ve gözlerini kızartıyordu. Karadan ve tuzdan ibaretti artık. Onu gördü. Gülümsedi. Acı bir gülümseyişti.

İşte bugün pazardı. En sevdiği işi yapmak için can atıyordu. Olta takımını toparlamadı çünkü arabasının bagajından hiç indirmiyordu. Duşunu aldı ve hızlıca arabasına koştu. Saatine baktı, on birdi. Zamanın göreceli olduğu teoremine bir kez daha hak verdi ve nihayet gelmişti. Kayığını, sevgilisini okşayan genç bir delikanlının heyecanıyla okşadı.Kayığına bu zamana kadar neden bir ad koymamış olduğunu düşündü, yan taraftaki kayıkların ismini görünce. Hemen sol taraftaki kayığın ismi "ışık"tı. O kadar da estetik olmayan bu kelime onda hemen hemen büyük bir hayranlık uyandırdı. Kendi kayığına isim düşünmeye başladı. Nitekim "ses" isminde karar kıldı. Çünkü kendini en iyi duyabildiği yer burasıydı.

Motoru çalıştırmadı. Kürek çekmeyi seviyordu. Açıldı, açıldı. Öğlene doğru kovasını iyice doldurmuştu. Sıcak bastırınca şemsiyesini arandı fakat kıyıda unuttuğu geldi aklına. Arabasının anahtarını kıyıya doğru savurdu. Başına gelecekleri sana anahtarlarım anlatsın diye haykırdı, şemsiyesine. Yaptığı espirivari şeye gülmedi, onun yerine -sara nöbeti geçirir gibi- bir anda düşüncelere daldı. Denize doğru bakıyordu. Dalmış gibiydi. Ses'in içinde hiçbir şey duyamıyordu. Donmuş kalmıştı öylece. Onu görüyordu, güneşin suya çarptığı yerde. Ayağa kalktı. Atlayacaktı. Fakat yüzme bilmiyordu.

Atlamadı. Kendine hayatın sesini duymak için bir şans daha verdi. Bir martı seslendi kayığın yanı başından. Gülümseyerek cevap verdi. Atladı.

Başa Dön