Ah!.. Gülsen..
Ne çok giderdin sen
Yorgun omuzlarından dökülen ebruli vakitleri geceye bırakıp.
Karaca gözlerine astığın ıslak sabahlarda,
Esrik bir kısrak gibiyken yollar.
Ne çok, bilsen…
Bir şeyler bırakırdın giderken.
Ya da, silerdin kendini, hiç gelmemişsin gibi.
Ah!...Gülsen… Bir şeyler işte.
Gerçekten gelir miydin sen?
Gülsensi bir şey kalırdı çıktığın odalarda ver aynalarda,
En çok aynalar sır tutardı ardından,
Saatler susardı Gülsen,
Saatler iki sıfır susardı.
Kapı önlerinde bir fısıltı, bir karaltı ardın sıra;
Dile düşmüş söz ölüsü,
Parasız kalmış bir ipsiz,
Ya da bir ihbarcı gece yarısı; yarınsız.
Savsız söz, dilsiz infaz ve
Bir gonk sesi ansızın;
Zaman ipe çekilirdi,
Söz ipe…
ve sen Gülsen… ve sen,
Göz alabildiğine giderdin kendine,
En çok kendine.
Bir yüzün kalırdı geride,
Karınca katarı gözlerin,
İmece dostlukları taşırken sol göğsüne.
İvecen ve inanmış bakışların kalırdı.
Bir yüzün olurdu mutlaka, geçtiğin kapılarda,
En güzel çizdiğin yüzün.
Bir de sözün; diyemeden unuttuğun ve
Yaktığın tüm alfabeyi, harf, harf .
Ah!..Gülsen…
Nece susarsın şimdi?
Nece vurulursun noktasız istasyonlarda?
Deneme atışında her gidiş,
Her tren kan revan.
Sen, gitmeli misin şimdi Gülsen?
Sen, nece kalmalısın yarına?
Tam da gidecekken,
Bir bilsen…
Ağustoslu şarkılar söylerdin en çok,
Eylül hiç duymazdı ya da soyunurdu sağırlığından,
Notasız şarkılar eşliğinde soyunurdu.
Sil baştan giyinirdi Eylül,
En ödeşilmiş şafaklarda, en kızıl giyinirdi.
Ağustoslu şarkılar söylerdin en çok,
Notasız şarkılar söylerdin.
Dallar saza uzanırdı,
Yapraklar söze.
Değişirdi bu mevsim; gözelerden öz akardı.
Bozulurdu bu tezgah; dokuduğun söz olurdu.
ve bir sabah kaplılarımızı çekip giderken sen;
Geride bıraktığın Gülsen olurdu,
Gülde koktuğun Gülsen.
Ya, yüreğinden koptuğun?
Ah!...Gülsen…