Bizansın sonradan görme medeniyetinden kaçıp, Romanın sindirilmiş asaletine gidiyorum. Son saatlerim bu paramparça hayatlarda... Kendimi arayışlarım için son durak Roma.. Sezarın, Agustusun bile gözlerini kamaştıran bu büyük zenginliğin içinde ben kendimi bulabilecek miyim? Sezar kadar hırslı, Agustus kadar despot olmak... Bu dünyevi özellikler hatta zaaflar içinde kendimi bulma çabam dibe vuruşumla son bulacaktır. Bilinen gerçeği, olası gerçeği gerçekleştirmek belki de yaşamın getirilerini çabuklaştırmak benimki... Bu gidişimde senden sessizce ayrılacağım; şaşayı patırtıyı hayatımdan çıkarmak için ilk belki de son fırsat bu... Esintide duyacağım her güzel koku seni bana anımsatacak. Ten arayışlarım çok gerilerde kaldı. Kendi tenimi, arzularımı, tutkularımı bilmeden yeni tenlere olan açlığımı dindirmeye gidiyorum. Yalancı sevdalardan uzak durmaya, yaratılmış hüzünlerden kaçmaya gidiyorum. Dört yanı minarelerle kaplı bu inançsız şehir beni de sığınacak, inanacak bir şey, biri arayışına soktu. Her gece ne kadar inandığım meçhul olan tanrıya yakarışlarımın son noktası bu gün... Bu kadar tanrıcı olmaktansa, kendi yolumda kendi kendime yardım ederek yürümek, başkalarını suçlamaya meyilli egoma vurabileceğim en büyük darbe.. Ben bu zavallı şehir gibiyim, görünüşündeki asalet ve azamet içinde kıvranan aslında bir hiç olan ama asla bunu kabul etmeyen, kendi kabuğunu bile kırmaktan korkan bir zavallı... Değişimin, ölüm anlamına geldiği bir şehir gibiyim.. Geçmişle yaşamayı sevmek, geleceğin getirilerinden korkmak bizim gerçeğimiz... En saf sevgileri bile sessizce yaşamaya mahkum edilen, tabuları hayat tarzına dönüştüren küçük insancıklarız....
Sizden mi yoksa kendimden mi yoksa her ikisinden mi kaçıyorum?
Bunu öğrendiğim de bağırarak söylemeye gidiyorum...
Seni özlediğim de ağlayarak dönmek için gidiyorum....
Sevdanla ilham bulacak, özleminle yoğrulacak satırlar için gidiyorum...