Datçaya inmiştik nihayet sevgili günlüğüm ✍🏻
hatırladın mı?
Minik bir hatırlatma yapayım önce ve ardından başlayalım
Aquarallyswimming yazı serimize
Beşyüz liraya uçak bileti bulmuş, şoka girmiş
Hani çocuklarıma uçak saatinden bahsettiğimde; anne erken ineceksin ne yapacaksın oralarda diyerek endişelerini gizleyememişti üçü ayrı ayrı ağızdan..
Merak etmeyin yavrularım, eh ama abartıyorsunuz çocuk muyum demiştim cevaben, hatırladın mı
sevgili günlüğüm?
Sakin sakin havaalanına gitmiş, sakin adımlarla şeker pembesi bavulumu tartıya çıkarmış, yirmibeş kiloyu geçecek mi diye bakmıştım tartının sayı göstergesine..
Gülücük atmıştım havayolu şirketi çalışanına ilk defa ücret ödemiyorum tartı doğru mu demiştim, yorgun çalışanda gülerek doğru dedi ve karşılıklı gülüştük
Daha saatler vardı uçağın kalkışına.. O uçak ki beni önce Dalamana, oradan Datçaya götürecekti.
İstanbulu çıkaracaktım üzerimden, belki gitme diyecekti kapanacaktı ayaklarıma Türk filmlerinde olduğu gibi; hiç oralı olmayacaktım Datça aşkımdan
Reddedilişi kabullenemeyecek, kibrinden diş bileyecek, tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı diyecekti içinden; demiştir de belki
Üç yavrum burada olmasa dönüp ardıma bakmam İstanbul diye söylerdim lafımı esirgemeden; ama sende şükret bu hali dillendirişime gel el sıkışalım küslüğü, kırgınlığı bırakalım.
Hem ne bu sitemin koca İstanbul hımmm?
Nereye gittim de gelmedim, dürüstçe söyle!
Siteme, tavra bak yolcu böyle mi uğurlanır sevgiyle uğurlamak dururken koca şehir yalan mı, abartı mı sözlerim Ben büyüdüm ama sen mızmız çocuk kalmışsın hale bak
Yorgunum gençlik yıllarımda insanları idare etmekten.
Nazını sitemini geri çek İstanbul ağız tadıyla gidip geleyim Aquarallyswimminge!
Ne çocuklarım ne de İstanbul bilmiyordu:
Bilmiyorlardı elbette ve ben de bilmiyordum eflatun çiçekleriyle Datça sokaklarını süsleyen ağaçları görür görmez aşık olacağımı eflatun renge ve eflatun sarkık narin çiçekleri taşıyan gövdeye haberim yoktu.
İyi ki yoktu ve aşkın kalbe o heyecan vuruşunu uykusuz gözlerim duyar, duymaz, uyku toplayıp pılını pırtısını koşar adımlarla gerisin geri geldiği gibi gitti; aşkı
yine yeniden hissetti yüreğim, ağzım bir karış açık Sevgiliye kaçar gibi elinde koca pembe bavulla yokuştan hızla indim aşağı Ne in, ne cin vardı Datça sokaklarındaÖyle hızlanmıştım ki tepe taklak düşmeme ramak kalada bilirdi ucunda eflatun aşk olmasa
Yolun sağ tarafında daha çok varlardı.
Sabahın körü olmasa, basacaktım sevinçle çığlığı.
Sessizce seyrettim tepeden tırnağa ağaçları, yere dökülen çiçekleri, dalında asılı tepeden bakan mağrur çiçekleri izledim.
Sol elimle tutuyordum bavulu, sapını bırakıverdim devrilmedi Gözlerim doldu sevinçle yirmi üç nisan müsamere öğrencisi gibi eğildim yerlere çiçekler topladım, çiçekleri döken gövdeye seslendim. Beni mi çağırdın haberim olmadan?Geldim buradayım,geldim geldim karşındayım.
İlân-ı aşk ediyordum kimseler yoktu. Olsalarda duymam ki yanımdan gelen geçen sesleri.
Dokundum, sarıldım, alnımı dayadım, sağ yanağımın yanında sol yanağımı da yüz sürer gibi sürdüm eflatun çiçekli mor salkımlı ağaca
Ben bu yaşıma kadar sol yanağımı sana saklamışım deyince alnıma kondu öpücük hissi ardı ardına.
Sardığını, sarıldığını hissettim bir de yerden topladığım dökülen çiçeklerin arasına giren karıncaların ellerimin üzerinde yürüyüşünü.
Dakikalarca sarıldım ağaca Gün ışıyınca dükkanlar teker teker esnaf tarafından açılınca. Eflatun çiçekleri gelin parası gibi saçılmıştı pastanenin önünde ki sandalyeye oturdum. Çayın demlenmesini de bekledim, poğaçanın pişmesini de Çayı güzel değildi pastanenin, belli etmedim ağaç hisseder elbette.
Daha önceleri kışın kış yarışı için gittiğimde Datçaya uyuyordu demek ki mor çiçekler diyerek düşündüm aldıkça çaydan birer yudumHenüz tomurcukları ağacın ana kucağında ninnilerle baharı bekliyorlardı ve ben kim bilir kaç kere yanlarından gelip geçtim hayret.
Dokun muşumdur garanti, değmiştir avuç içlerim ki baharı sindirdi gönüllü uça kaça İstanbuldan getirtti.
Severim çok severim ağaçları, irtibatımı hiç kesmedim ezelden bu yana
Çocukluğumda daha küçüktü kollarım, gövdeleri çok geniş gelirdi o günlerde ve ben büyüyeceğim o zaman size daha büyük sarılacağım der sağ yanağımı sonra alnımı dayardım, hâlâ aynıyım, değişmedim Yedisinde neyse yetmişinde aynıdır derler o misal
Ağaçlarda hâlâ aynı, gel gelelim sevgili günlüğüm kollarım uzadı kulaç atarak omuzlarım genişlemesine rağmen hâlâ yetişemiyorum koca koca ağaçların gövdesini sarıp sarmalamaya.
Küçükken kocaman görünürlerdi büyümeyi umut ettik büyüdük işte Yoksa hâlâ çocuk muyuz ki kavuşamıyor ellerimiz tırtıklı gövdeli koca çınarlara.
Bu bedenimin derdi. Ruhumla bırak koca çınarları ormanlara sarılıyorum. Her birine alnımı dayıyorum. Her iki avuç içimle ruhumu bedenimi sunuyorum ağaçlara O an ben varım ama aynı zamanda yokum.
Seslensen Hülya diye adımı çok sevmeme rağmen dönüp bakmam, dönüp efendim demem gücenme emi.
Kurban ediyorum o anlarda zamanı, bedenimi, güçlendirip geri veriyor cömertliğinden.
Gövdesine dayadığım alnımdan öptüğünü hissediyorum. Sonra dallarıyla bana sarıldığını. Sakin alanlarda ayakkabılarımı çıkarıp sarılıyorum ağaçlara, üstümde iki çul çaput var kusuruma bakma dallarına, gövdene kurban olduğum
Say ki; bende senin gibi anadan üryan, bir gömleğe bir pantolona iki çul çaputa takılma bırak, tamam de görmezden geldim çulu çaputu de emi..
Ellerim tenine değdi değeli, beni senden gayrı kim anladı ki?
Kaç kişi anladık illüzyon dünyanın sihrini, gerçekten ayırt ettik..
Hayat tozu, dumana kata kata Etliyi, sütlüye karıştıra karıştıra tıkırında işliyor gibi görünsede bir siz eğmediniz başınızı