Susmanın yalnızca bilgelerin zırhı olduğunu değil aynı zamanda da bir bilge olmadığımı ne yazık ki anlamış durumdayım ve artık, her şeyi anlatmaya başlıyorum. Herkes burada değil mi? Ben, zaten hiç gitmedim ki... Herkes bana bakıyor mu? Bu ara kafamın iyi olduğunu da bilin; sözcükler dilimle dudağım arasında, dışarıya çıkmak için kuyruk olmuş, bir itiş kakış... Ayılırsam, anlatmaktan vazgeçeceğim. Şimdi, şartlar böyle böyleyken, bir itirazı olan da hani yoksa, bana da sözü uzatmamak düşer.
Herkes dinliyor mu beni? Dikkatiniz bende mi? Tamam, sizin gözümün içine baktığınızdan hiç kuşkum yok; ama nedense ben bir türlü tutturamıyorum bakışlarınızı. Gözüm sandalyenin bacağındaki lekeye kayıyor ya da kazağınızın sağ cebindeki İngilizce yazıya takılıyor.
Bir bakışabilsek, hepsini anlatacağım.
Derin bir soluk alayım, evet, iyiyim, inanın ki ben iyiyim. Hiçbir kaşıntı yok yüreğimde. Yalnızca, hepinizi anladığımı duyuyorum içimde, bakın burada, göğsümün durmadan atan sol yanında, orada, hepinize hak veriyorum; çünkü yalnızlık kokan mutsuzluklarınızı onaylıyorum! Birbirinden gram fazla gelmeyen mutsuzluğunuzun masalını ben çevirdim gerçeğin diline. Dağların ardından ben taşıdım o masalı. Anlatacağım, onu da anlatacağım. İlgisi yok sanın, koptum gittim diye düşünün; ama şaşırtacağım hepinizi.
Bir bakışabilsek...
Yağmur yağıyor,
gözüm yağmura kaydı yine,
yağmurdaki lekeye...
MasaL’ı dinliyor musunuz?
Arkası Yarın...