Artık Beni İstemiyor, Bu Şehir

Kırk yılı geçti istanbul'a geleli. Daha yolunu bile öğrenemeyen bu yaşlı kadına yer yok bu koca şehirde... Gideceğim.

yazı resim

Bağkur`da başladığınız işlemleri bitirmek zordur. Sağlık karnelerine vize alabilmek için iki üç gün koşturmanız gerekir. Farklı kurumlardan almanız gereken imzaları toplamak hiç bitmeyecek bir kabus gibi sürer de sürer.

İşte o günlerin sonuncusuna geldiğimde konuyu bitirecek imza için karnemi beklerken yaşlı bir teyze geldi oturdu yanıma. Derin oflar çekerek dizlerinin nasıl da ağrıdığından yakınıyordu. Anlatacak ne çok şeyi vardı bu yaşlı kadının. Sanki yaşamı boyunca anlatacaklarını bugüne saklamış da, şimdi hepsini sıralıyor gibi konuşuyordu karne kuyruğunda.

Oradan çıkınca Fatihe gidecekti. Bir yandan da yol soruyordu "Ne edeyim?" diye. Öncelikle Sirkeciden Eminönüne gitmesi gerektiğini anlattım ama, tramvaya binse bunu nasıl başaracağını bilmiyordu. Yürüse dizleri çok ağrıyordu. Aralıksız konuşması, zaman geçtikçe gerilim duygusu uyandırdı bende. Günlerdir koşuşturmuş bir bürokrasi yorgunu olarak can sıkıcı buldum istemeden bu durumu. En nihayet işlemlerimiz bitip de karnelerimiz çantamızda, Bağkurun merdivenlerinden birlikte inerken dedi ki: "Ben yetmiş yaşındayım görüyorsun. Kızız diye okutmadılar bizi zamanında. Babamın iki oğlu da doktor oldu. Ben de işte böyle yolunu izini bilemez bir yaşlı kadın.Ne okuma var, ne de yazma..."

O anda nasıl utandım; onun gereğinden çok konuşmuş olmasından sıkıldığım için. Oysa ses tonundan anlamıştım ki; şimdi ne kadar anlatsa azdı. Yaşamda kadın olarak uğradığı haksızlıkları giderememekten kaynaklı biriktirimde onun suçu yoktu çünkü. "Teyze" dedim; "Gir koluma. Seni tramvaya bindireyim."

Yürümeye başladığımızda gerçek bir ilgiyle dinlendiğini fark edince; biraz önceki sızlanmaları, yavaş yavaş sohbet tadını almaya başladı. Ağrıyan dizlerine karşın Eminönüne kadar benimle yürümeye niyetlendi içinden. Kendisini durakların olduğu yere kadar götürüp otobüsüne bindireceğimi söylediğimde nasıl da sevindi. Koca yaşamı boyunca öğrendiği en önemli şeyi açıklar gibi dedi ki; " Kızım; Eminönünde bir yaşlı teyze söyledi dersin. Oğlun için çırpınma. Bir el kızı alıyor ya, bırakıveriyor anasını. Kocam da öldü. Oturduğum evi babası oğlumun üstüne yapmıştı, o da satıverdi gitti. Alan kişi, kapıma gelip gelip "Bir yatak da ben atayım odanın tekine, oldu olacak" demiyor mu, nasıl da zoruma gidiyor. İki üç güne kalmaz, gideceğim memleketime temelli. Bu şehir yer bitirir insanı.Tuncelide yoğurdun kilosu üç yüz bin lira eski parayla... Kırk yıl oldu biz İstanbula geleli. Artık beni istemiyor bu şehir. Daha yolunu izini öğrememeyen bu yaşlı kadına yer yok buralarda..."

Fatih otobüsüne bindirince cama vurup el sallayarak uğurladım onu. Ama Fatihe değil, Tunceliye...

Aynur Uluç

Birgün Gazetesi / 01-04-2005

]

Başa Dön