Bir an, bir başka oldum sana. Gözlerin battı. Ceplerim gururluyken yine de aldım ama. Şimdi yanımdasın, baş köşemdesin. Ağlamamaya alıştırdık kendimizi. Ve sen bu konuda benimle epey uğraşmıştın. Her umutsuzluğa düşüşümde öpmüştün beni. Her yeri bundan sonra, beyaz aydınlıklara çevirdin. Gözlerin battı.
Bak, kalemin yazıyor. Seni anlatıyorum kendime. Tıpkı bilmiyormuşum gibi.(Değil mi?) Görünen bulutların geceden korkup da bizim içimize girmesi, görünmemesi ve bizi hidrojenli dev bir balon yapıp suçsuz küçük kuşlar gibi kanatlandırıp farkında olmaksızın uçurması yok mu bu hayatta?
Sonra karıncalara adlar koymuşuz: Bak; bu, hayatı seven bir karıncaya benziyor (Bağlı), bu güçlü, bu da aşık galiba. Aşık karınca. Üç tüplü, çıtırtılı bir madde yığını. Başı, gövdesi ve çalışkan ayakları. Bakıyoruz seninle. Sonra birbirimize bakıyoruz. Gözlerinin içi gülüyor. Ama suskunluğun dizboyu. Siyah bukleli uzun saçların beni kendine aşık ediyor. Aşkı sende duyumsuyorum. Güçlü bir şekilde, her yerimde varsın birer harf gibi.
Gözlerin battı. Ama bir gemi gibi değil. Ve biz bir su birikintisinin de hayalini kurmuyoruz. Sen, şeffaf bir yüzün hayalini kuruyorken ben sana, seni biraz daha neşelendirecek uyduruk melodiler mırıldanıyorum. Dudaklarımın hareketlerini, onların açılıp kapanmasını her defasında, dikkatlice izliyorsun. Ve gözlerin batıyor. Ama bir gemi gibi değil. Sakın “ batma “ yı bir su varlığı gibi düşünme! Sen, beni istediğin gibi, arzuladığın gibi kurabilirsin. Küçük bir kutçuğun sarı bir elmayı kemirip yok ettiği gibi mesela. Ve yahut o elmayı beyaz, porselen bir tabağın içinde kendinden tam üç tane olarak bir masanın üstünde kurgulayabilirsin. Ama ben seni maddi olarak göremesem bile düşlerimde yoğurmalıyım. Her halinle canlı kalmalısın bende. Bir küçük, kuru odun parçası ateşte çatırdayıp yandıktan sonra nasıl ki küllerini bırakırsa meydanda, işte bunun gibi, ayrılırken senden de bir şeyler kalmalı bende. Bir fotoğrafın mesela. Gerçekler. Birbirimize anlattığımız yalandan kurgular. Kurumuş bir tabak vişne çekirdeği, silik yazan ince bir kalem ucu. Duvarlara iyi tutturulmamış, uçları yanık şiir posterleri ve okunmuş, yaprakları sarı bir yığın kitap…
İzlenimlere göre sınırsız bir güzellik… Onu gözlerimde yakalamışsın. Ve gerçekten üzerindeki pembe sana çok yakışıyor. Daha bir sorumlu hale getiriyor. Bana da bu konuda bir şey düşmüyor aslında.
♦♦♦
Yüzümü yüzüne koydum. Gözlerin battı. Kılcal damarların aşkımızı sayıyor, tıpkı küçük bir saatin tik takları gibi. Dudakların kalınlaşıyor. O anda hiçbir şey düşünmek gelmiyor içimizden. Saçların ellerime değin uzanmış, gözlerimi kapatıyor. Ortada yarım kalmış bir tablo… Dağınık bir oda içerisinde yarı yarıya açık kalmış beyaz bir kapı… Donuk perdeler… Gece ve, sokak, bazı yerleri dışında zifirikaranlık. Çöp tenekesindeki tıkırtılar… Kedilerin marifetleri… Sonra her insan gibi, biz, ikimiz…
Dünyanın döndüğünü hissedemiyoruz ama, aşkı içimizde hissedebiliyoruz. Duman gibi. Belki güçlü bir nefes sonrası uçup gidebilir içimizden. Ama seni bırakmaya hiç niyetli değilim.
Başımda mavi sevdan
Ellerim birer serseri yalnızlık
Ve sonra ölümü düşünmek
Ve belki de
Senden ayrılmayı
Ne de zor şey