Benlezülkarneyn

Elimi kaldırıp selamlıyorum. Selamımı hemen arkasında yürüyen Türkeşçi genç karşılıyor. Oysa başparmağımla birleştirdiğim ortaparmaklarım gencin yüzüne değil, gökyüzüne bakıyor. O anlamıyor. Ama Zülkarneyn anlıyor.

yazı resimYZ

Sabah... Ilık... Pencerenin önüne oturmuşum, seyrimde insanlar... Karınca sürüleri. Oysa tümü boş yuvaların. Birikmiş dış kı lardan başka hiçbir somutluk yok. Gözlerim görüyor tümünü geçenlerin, varlığımsa ulaşamıyor somutluğuna duygularının. Düşünmeden edemiyorum kalıpların içinde gizlenen gerçekliği. Var mı acaba diyorum, en ufak bir kıpırtı amaçlı mutlağa-. Var diyemiyorum, rahatlayamıyorum.
Yağmur başlıyor... Adımlar hızlanıyor. Sanki yağmur yağdığında ondan kaçmak şartmış gibi.Sanki ıslaklığın bozduğu saçlarla, yüzde akıttığı boyalarla, birbirinin yüzüne bakmak suçmuş gibi... Zülkarneyni görüyorum karşı kaldırımda. Akışa geçmiş selinti suyunun tam ortasında yürüyor. Ayakları çıplak. Bakışıyoruz. Sokakçı sanıyor yanından geçenler, kavis verirken adımlarına. Göz kırpışıyoruz. Bitti mi boynuzların ayrımı? diyorum. Az daha var diyor. Won Alleni bekliyorum. Elimi kaldırıp selamlıyorum. Selamımı hemen arkasında yürüyen Türkeşçi genç karşılıyor. Oysa başparmağımla birleştirdiğim ortaparmaklarım gencin yüzüne değil, gökyüzüne bakıyor. O anlamıyor. Ama Zülkarneyn anlıyor. Ona selam söyle diyorum. Tamam dercesine başını sallıyor ve uzaklaşmadan gidiyor. Sonra ani bir hareketle dönüyor. Açsana kapını diyor. Açamam diyorum, olduğun yerden konuş. Üşüdüm amadiyor. Hadi oradan diyorum, zemherilerde dolaşan sen kuzeybatı karayelinde mi üşüyeceksin. O halde neden çağırdın beni? Çağırdıysam evimin içine gel demedim ki. İlk kez bir ölümlü misafirliğimi geri çeviriyor. Ben misafirliğini geri çevirmiyorum, sana odalarıma gelme diyorum.
Ertesi sabah...Yağmur sonrası hafif serin... Pencerenin yanında oturmuşum. Seyrimde insanlar. Yaradılışın en mükemmel parçaları. Gururlarının gürzlerini zincirleyip bileklerine, yaratıp kendi köleliklerini yine kendilerine, ortalarda dolananlar... Dibe vuruşun son demlerini yaşayanlar... Aydınlananlar; aydınlanamayanlar... Ve aydınlatanlar... Gözlerim karşı kaldırıma kayıyor, arıyor...Bulamıyor. Sen bu sobanın üzerinde hiç kokoroz pişirmemişsin diyor. Korkuyla dönüyorum, karşı duvara dayalı bordo kadife koltukta oturuyor. Kokoroz da ne? diyorum. Kurutulmuş mısır tanelerini alırsın, kocaman bir tencerenin içine doldurduğun suyun içine koyup sobanın üzerinde kaynatırsın. Ama illa sobanın, öyle yeni moda ocakların üzerinde olmaz. Saatlerce, hatta bazen günlerce kaynatırsın. Çünkü tohum aynı olsa da, bazen inatçı taneler olur mısırların arasında. Tek bir pişmeyen tane kalmayıncaya kadar kaynatırsın... Pişenler hamur oldu! Ee olacak o kadar, amaç kokoroz pişirmekse, önden gidenler bekleyecek. Bekleyemiyorsa hamur olacak. Pişti mi kokoroz diyorum. Bu kadar mı? Bu kadar. diyor. İstersen birazcık deniz tuzu serpelersin üstüne. Otur afiyetle ye. Ya mısır sevmiyorsam! diyorum. O zaman sana aynı tarifi bulgurla yaparım, onu da sevmiyorsan pirinçle, nohutla, buğdayla... Normal değilsin sen. diyorum. Değilim. diyor ve ekliyor. Hani o zor pişen taneler var ya...Onları tencerenin içine gizliden ben atarım.
Biliyor musun diyorum, annem hala bahar dönüm günlerinde bahçedeki gülün dibine kiremit parçalarından evler yapıp seni bekliyor. Şimdi bir telefon etsem ve desem anne seninki burada, bana kokoroz tarifi veriyor... Hangisi komik, sen ve kokoroz tarifin mi, annem ve onda kalmış senin mitin mi? Sen komiksin. diyor. Koltuktan kalkıyor, Hala bekliyor musun?diyorum. Kimi? Diyor. Won Alleni. O işi çoktan hallettik. diyor. Ama daha dün... Benim için dün yoktur. diyor. Kapıya doğru ilerliyor... Ona selam söyle diyorum. Tamam dercesine başını sallıyor. Kapıdan çıkmadan gidiyor.

Yorumlar

Başa Dön