Artık “kış” etkisini iyice yitirmeye başlamıştı. Bahar ona can veren Nisan yağmurlarıyla kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Pencerenin hemen önünde camı açmış oturduğu saldalyeden dışarıyı seyreden genç te öyle hissediyordu ki camı tamamen açmıştı. Yeni yeni yeşillenen toprak kendi kokusunu gönlünce yayıyordu etrafa. Kapalı ve ağır oda kokularından sonra taze hava odayı tamamen doldurmuştu.
- “İşte bu kokuyu özledim” diye mırıldandı genç kendi kendine. Ardından bir sigara çıkardı artık bitmekte olan paketten. Yalnız, yurt odasının tadını doya doya çıkaracaktı. Kibritin alevi kokusu duyulduktan sonra çıktı ortaya. Ateşin ilk aleviyle yaktı sigarasını. Bu sefer sigara dumanıyla kovaladı ciğerlerindeki temiz oksijeni.
İlk nefes Robert De Niro’yu hatırlattı ona, sigaralı elinin onun gibi göğsünde olduğunu farketmişti. Daha yeni seyrettiği “Bir Zamanlar Amerika” filmi geldi gözünün önüne. De Niro; duygulu ve aynı zamanda katı; bir ermişçesine yardımsever ve öğretici; bir cellat gibi acımasız ve tartışmasız çok iyi oyuncu diye bir daha takdir etti en sevdiği aktörü. Ona benzemek hoşuna gitmiş, duruşunu seyre dalmıştı.
Ayaklarını uzattı pencereye sonra. Yağmur hemen camın önüne bir set kurmuş, geri püskürtüyordu sigarasının dumanını. Ardından daldı yine, ileriye, Ümitköy’e doğru. Pek seçilmese de askeri uydu merkezi bir büyük bir top gibi görünüyordu gözüne. Kocaman bir futbol topuyla futbol oynadığı aklına gelince güldü kendine. Taa oraya üç beş kilometre olmalıydı ama yağmura rağmen tüm manzara seçilebiliyordu. Büyük futbol topuna kadar pek ağaç olmayan kuru bir manzaraydı bu. Küçük tepelerin arasından dere yolu kenarlarında tek tük ağaç görünüyordu.
Beytepe’ye ilk geldiği günü hatırladı. Ağustosun o Ankara Ağustosunun bunaltıcı sıcağında gelmişti ilk kez buraya ve bu çorak arazi çok sıkmıştı onu ama sonraki yıllar ağaç ekimi hızlanmış hatta bir günde köküyle getirilen olgun ağaçlar dikildiğine şahit olmuştu. Düşünsenize gençlik dönemindeki ağaçlardan oluşan üç beş ayda ortaya çıkmış ormanlar kuruldu burada. Yine de daha çok ağaç daha çok yeşil olsa çok rahatlayacaktı. Ankara’ya deniz gelemeyeceğine göre... Yine keşkelerine başladı genç üniversiteli. Kovdu aklından bu sevmediği pişmanlıkları...
Yağmur yardım etti keşkelerini unutmasına. Ne hızlı ne yavaş ne de yoğun yağmıyordu yağmur; ruhu dinlendiren bir ritm gibi. Hele arada bir ayağına değen damlaların yere düşmesine izin vermek keyif veriyordu ona. Orada öylece düşünmeyi düşünerek devam etti yalnızlığına