BİR ANNENİN YIKILIŞI
Parkta görmüştüm, perişandı hali,
Dünyasını karartmıştı oğlunun ölüm haberi,
Kor ateş düşmüş yüreği yanıyordu,
Acısını kelimelerle anlatamıyordu
Arşa çıkmıştı figanı, melekler ağlıyordu,
Gözyaşları bir nehir gibi, sel olup akıyordu,
Elindeki mendili sırılsıklam, su damlıyor.
Elleriyle ipek gibi saçlarını yoluyordu.
Bembeyaz yüzü sapsarı kesilmiş, perişandı hali,
Oturduğu yerden kalkmaya yoktu mecali,
Kim bilir günlerdir hasretti uykuya,
Günlerdir bir lokma düşmemişti boğazına,
Dudakları kuruyor, boğazı kuruyordu,
Çevresine benim evladım nerde diye soruyordu,
Yanık yanık ağıtlar yakıyor durmadan,
Sesi iyicene kısılmıştı günlerdir ağlamaktan,
Ne söylediği anlaşılmıyordu,
Beklide söylediğini kendide bilmiyordu.
Hiçbir şeyin önemi yoktu onun için,
Onun yüreğinde kopan fırtına, borandı,
O boran ki Ağrıyı, Erciyesi dondurdu,
Bir genç adam yaklaştı usulca yanına,
Eğildi bir şeyler söyledi sessizce kulağına,
Beraberce kalktılar, yürüdüler usul usul,
Caminin önünde büyük kalabalık birikmişti,
Uzaktan konvoy göründü birden,
Tekbir sesleri daha da gürdü, gök gürültüsünden,
Sonra bir tabut getirildi Al bayrağa sarılı,
Yanı başında duran Annesi, ciğerinden yaralı,
Ana bak İşte oğlun geldi dediler,
Elini koydu Bayrağa sarılı tabuta,
Yanık bir ses yükseldi o anda,
Benim oğlum çok küçük derken yığılıverdi yere,
Kaldırdılar ayağa zor duruyordu yerinde,
Fidan gibiydi oğlum, yaşı daha yirmisinde dedi,
Sımsıkı sarıldığı tabutu, öpüp kokluyordu.
Tabutun baş tarafına, bir aslanın çevikliğiyle atıldı.
O kadar insanın şaşkın bakışları arasında,
Tabutun üst kapağını tırnaklarıyla söküp açtı,
Tahta tabutun içinde, saçtan bir tabut daha vardı.
Şehit olan oğlunun, bedeni parçalanmıştı,
Orada bulunan hiç kimse teselli edemedi.
Bir ara durakladı, sanki bir anda ürperiverdi,
Kefeni açmaya korkar gibiydi anlaşılıyordu halinden,
Yoksa korkuyor muydu acı ı gerçekle yüzleşmekten?
Tabuttan sanki cennet kokusu geliyor,
Oğlunun tabutu başında bir Anne ağlıyordu,
Sakinleşti, anladı galiba, ilahi hakikati,
Rahmana uğurladı, şanı yüce şehidi,
Kalabalık binlere çıkmıştı.
Tekbir sesleri bulutları bile yasa boğdu.
Ağlıyordu acılı ana, sel olmuştu gözyaşı yüzünde,
Her kürek sesinde artıyordu acısı yeniden,
Toprağına sarıldı, kokladı.
Ta yürekten gelen bir sesle oğlum dedi,
Ayrılmak istemiyordu oğlunun mezarından,
Acılı Anneyi zor ayırdılar, o gün kabirden,
Her kar ve yağmur yağdığında mezarlığa gelirdi,
Elleriyle. Oğlunun mezarının üstündeki karı temizledi.
Omzundaki poşusu ile oğlunun mezarın üstünü örtüp,
Oğlum, Mehmetim üşümesin derdi,
Evlat acısını çekenler bilir bu hali.
Ateş düştüğü ocağı, cayır cayır yakıyordu ciğeri.
Dağ gibi bir Anadolu kadındı eriyip akıyordu.
Kolay değildi elbet,
Kaybettiği dağ gibi oğlu ciğerini yakıyordu.
Çökmüştü dimdik duran bedeni.
Kar gibi olmuştu, ipek gibi saçlarının her teli,
Bembeyaz saçlarına. Sanki kar yağıyor,
Acının bir annenin nasıl erittiğini net görüyordum,
Her geçen gün, yürek acısını arttırıyordu ölüm.
Sonunda hasta düştü yatağa bir gün.
Ne yaptığını bilemez hale geldi zavallı.
Bir daha kalmadı ayağa yatağa yattı yatalı,
Evlat acısı galip geldi. Bitirdi yiğit kadınını,
Dili, Dini, rengi her ne olursa olsun,
Kardeşçe yaşamak varken, neden düşmanlık olsun,
Gencecik fidanlar verilmesin toprağa,
Adı her ne olursa olsun, analar ağlamsın bir daha.
İbrahim BEKLER
ANKARA