Yaşadıklarımı yazıyorum,
yaşamadıklarımın hayalini kuruyorum.
Bazen o kadar çok yoruluyorum ki nefes alamayacak gibi oluyorum.
Artık ne yağmur ıslatır, ne de güneş ısıtır. “Yapma acıyor!” dedim,
dinlemedin.
Yaptın… Acıdı, hem de çok.
Düştüm, dibe vurdum.
Dipten yüzmeye çalıştım, yapamadım.
“Dip” oldum.
Mutluluğu Kaf dağının arkasında sanırdım.
Kaf dağının arkasına vardım.
Gördüm ki mutluluk yerine sadece kırıntılar kalmış.
Onlarında üzerine çöreklenmişler.
Bir bilge gördüm, yanına usulca yaklaştım.
“Mutluluk” dedim,
“Sen” dedi.
Yine “Mutluluk” dedim,
“Gökyüzü” dedi bilge.
Ben oraya gidemem çok yorgunum dedim.
Bilge kayboldu, kırıntılar kayboldu,
hayallerim kayboldu ve ben uyandım.
Kalbimi tut, düşerim dedim.
Tutmadın, düştüm.
Acıdı, çok acıdı canım.
Şimdi ise birlikte ıslandığımız yağmurlar bizim değil artık.
Özlemleri de ayrılıkları da terk ettik.
Sevgi de bizi terk etti.
Bıraktığım yerdeyim.
Aslında bendeyim.
Öpüşmelerimizden kalma ayrılığın ıslığı var dudaklarımda.
İkimizde aynı yıldızın kayışına bakıp, aslında aynı dileği tutmuştuk birlikte.
Fakat dileğimiz bizi tutmamış anlaşılan.
Kandırmışız hayallerimizi, hayallerimiz de bizi.
Kalbinle saklambaç oynadığımız günleri özlüyorum.
“Elma dersem çık” derdim, çıkardın.
Peki ya şimdi? “Elma dersem çık” dedim, çıkmadın.
Kayboldum…
Elma dersem çık!
Elma dersem çık! Hatırladın mı?
Elma..? E..?