Yabancı sayılmaz... yıllardır benimle...adı MS... kendileri çok ciddi görünürler...yerine göre gitti gidiyor com.ları oynarlar...
Aslında, kendini hasta sanma hastalığıdır.
Kendisi hastalık değildir... korkutur ama zararsızdır...
Adamın cinsel organı sertleşmez ...MS... cinsel isteği azalır...MS... topallamala başlar...MS...
Gözler çatal görür...eli tutmaz, parmaklar kapanmaz...hep MS...
İyi düşün...
Aslında ciddi görünümlü komik bir hastalık... tamamen sanal...
Tanım sorunu
İnternetten, değişik kitaplardan istediğiniz kadar tanım bulabilirsiniz. Hiçbir kaynakta domates ile MS nin ilişkisinden söz edilmez... Bilmiyorlar da ondan...Yoksa susarlar mı...
Bu yazının benim açımdan....(eksik yazı)
Sen kim hovardalık kim
www sen kim hovardalık kim com
tık tık kapı çaldı
internetteki güzel
aşksa aşk
güzellikse güzellik
bi yol öp yanaktan
o sana yeter
işte adresim
yutkundu delikanlı
bekle geliyorum bilgisayar güzeli
dedi ve çıktı
hedef bilinen kişi
www…..com
gücü bitene kadar yürüdü delikanlı
çuval gibi yere serildiğinde
bir karış yol kalmıştı hedefe
parmakları oynuyordu
ama eli onun değil
sayın kardeşim
sen kim zamparalık kim
sana mı kaldı
ww bilmem ne
sana mı kaldı fıstık ayıklamak
kabuksuz tarafından
sonra sevgili avukatına
ne anlatacaksın
24 Mart 2007
Not: Sen kim hovardalık kim Muzaffer İzgü’nün bir öyküsünün adı ve fıstık ayıklamak Nevin’den…kalanı da firmamızın ikramı.
Doktora gittiniz...daha doğrusu götürüldünüz.. Yürüyemiyorsunuz...kardeşim senin cinsel sorunların var...
-Yapma doktor... cinsellik nere, yürümek nere...
Hangi organımız ile yürüdüğümüz konusunda kuşku mu var... Nerden çıktı bu şamata...
Yukarıdaki dizelerde cinsellik mi gizli... hani o, www. Bilmem ne deki güzel... Yapmayın doktor bey/hanım.... öyküde bile ayrımcılık ha....neyse... Öyküdeki sanal fıstık... bunun yürümek ile ne ilgisi var...
Ciğercinin kedisi
Ne sen ciğercinin kedisisin
Orhan Veli’nin dizelerindeki
ne ben sokak kedisi
istersen kül kedisi ol
Kaf Dağının ardında
ya da adalet dağıt
ülkemin bir yanında
görüşme istemim var
20 yıl öncesi için
geri çevirme artık
bu dileği
ister Kadıköy’de
ister Çiçek Pasajında
ister Kani’nin kahvesinde
İnciraltı’nda
5 Kasım 2006
İkinci şiir çok daha masum.... onda sanal fıstık bile yok... doğru aslında... gerçek fıstığın olduğu yerde, sanalın ne hükmü var...
cam
kafanın çalıştığını biliyorum
ama
düş olarak kalmayı başarman
o üstün zekandan mı
yoksa yeteneksizliğinden mi
bilinmez
yine de
gerçek olduğun zaman
cam gibi kırılacağın da ortada
işte bu noktada
bir anlaşılmazlık var
Nisan 1987
Üçüncü şiir cam gibi kırılmaktan söz ediyor...sevgili değil, cam bardak, cam şişe ya da camdan hayaller...Burada gizli bir kaybetme endişesi, güvensizlik, biraz da kafa bulanıklığı var.... Kırılma olasılığı olah hayaller aslında...
ezbere
bu yol bu kaldırım
gökyüzü yıldızlar
köpek havlamaları
ve gecenin belirsizliği hep ezbere
ezbere yürüyorum yol boyu
dizeler üstünde
o kaldırım senin bu kaldırım benim
kafamı çarpmamak için
düşersem eğer taşlara
ortasında yürüyorum asfaltın
ezbere seviyoruz
düşler ezber, güzeller ezber
sarışın ve esmerler
ela ve karagözlüler
hepsi ezbere
ezbere yazıyor ezbere geziyorum
aslında yaptığımız hiçbirşey yok
dostlar alışverişte görsün
İstanbul 4 Mayıs 1991
Hasta olan şiirler deği... onda ne arıyorsun... Sözcükler ve dizeler arasında gizlenen karamsarlığı arıyoruz... hayır aramıyoruz...açıkça görülüyor...
Aslında fıkra montajı yapılacak da, olmuyor... Nerden baksan komedi...
Bir kitabın anlattıkları
Siz şanslı bir hastasınız... İyi ki MS olmuşsunuz demeye getiriyor... Kaynak göstermiyorum...
Hassas organlar ve MS
Belirgin olarak, gözde, bacaklarda, cinsel organda ve diğer sistemlerde kendini göterir. Komik sahneye geliyoruz...
Bir gözlem yetmez... birkaç tekrar ve sonucu not etmek gerek... Gözlem ve deney... yok bu işin başka başka boyutu...
Çatal görme de hassas bir davranış... Kızdırma beni seni iki tane görürüm...
Adam yalpalayarak yürümek için bir 35 lik içer.... Adamımız masrafsız olarak yalpalar...Karaciğere de yük gelmez... Ciddi mesele tabi ki...
Demek ki gözümüz, gözümüz gibi baktığımız şeyimiz ve bacak kasları gösterge olarak çalışır...
kargalar
bir sen değilsin ki güzelim
beni görmeyen
bak kargalar bile aldırmıyor
bu delikanlıya
Maltepe 1991
Kargalar öpsün seni...
Yumurta vakası
Çocuğun iki yumurtasından biri acık yumuşak hal almış... Önemli ya...acilen üroloji...hoca öğrencilerini çağırıp, hasta sizin demiş mi demiş...
Bir iki yoklama sonrası donunu toplayan çocuk renkten renge girmiş... Kolay mı...sahne sizin...bir hoca, dört kız öğrenci...
Bitmedi...sizi sedyeye alalım...muayene için... biri sağa, biri sola çekerse...gülme krizine girerisin böyle...
Bak, MS de böyle bir şey yok...
Neden şanslı çocuk olduğunu anlıyor musun...
Uzun incelemeler sonucu, ben diyeyim yumurta, siz deyin testisdeki bu değişikliğin MS nin bir görüntüsü olabileceği... yok canım, bu nerden çıktı...
Tamamen psikolojik...Gençliğini böyle ciddi meselelerin ardına koşturur adamımız...
Düzelme sürecini izlerken gülüyorsunuz... olur mu olmaz mı... olur, olur...şaşırıp kalırsınız...
Hayal dünyasında yaşamak
Aslında fizik bir rahatsızlık yok... Öyle olduğuna inanıyorsuzuz... Korku, endişe, savunma, kendini gizleme... nasıl tanımlarsanız öyle...
Seni bu diyardan alıp kaçamam dediğin genç kız, hadi diye işaret vermeni bekliyor... sen aslında şartların esirisin... keyfi davranma lüksün yok... bunu yazarsan şiir olmaz...
Bir sen değilsin ki güzelim, bana yüz vermeyen...dediğin arkadaşın , aslında seni en az senin onu sevdiğin kadar seviyor.. Gerçeklerden saklanıyorsun... Güvensizlik, korku, endişe...
Eline telefon numarasını içeren pusulayı veren arkadaşın, beni ara demek istiyor... seviyorsun da, arayacak cesarıt yok...
Kendi çapında rol yapıyorsun...gülünecek haldesin o kadar... Şiirleri bu gözle okursak, ciddi görünümlü komediyi görebiliriz.
Sözcükler arkasına gizlenmek, dizeler arasına gizlenmek ilginç bir oyun...
Aşık olduğun Balkanlar ve Ortadoğunun en güzel kızı... ben geldim, seni seviyorum... dese, oturup kalacaksın.
Böyle komik beklenti olur mu.... aşkınızı ilan edeceksiniz ve... ya evet derse korkusu yaşayacaksınız... sizin derdiniz şarkı söyleyip, şiir yazmak... arada bir hüzünlenip içmek... ne kadar duygusal...
Hayranı olduğunuz ve aynı sınıf ve sıraları bölüştüğünüz prenses, sizi ders çalışmaya davet ediyor... Şimdi ne bahane bulacaksın ..... Bu öykü böyle biter mi...
Bir düşme macerası
Sıradan bir demir korkuluk... bahçeden, beton yola geçmek için bir adımda geçilebiliyor.. işte tam o noktada, adım atıp geçerken ayağı takılıyor genç adamın ve yere kapaklanıyor...
Yüz üstü düşmemek için elleri ile beton zemini kavrıyor...Demir korkuluk düzgün düşmeye veya adım atıp toparlanmaya engel oluyor
Burnunun ya da yüzünün –ikisi bir arada- yere çarpmasını son anda engelliyor...
Buraya kadar anlatılan sıradan bir ayak takılması olayı....
Aradan yaklaşık bir hafta geçmiş... ve adamımız aynı yerden geçmeyi düşünüyor...
Demir korkuluğa üç-beş metre yaklaştığında, yani takılma ve düşme noktasına yaklaştığında, gerildiğini hissediyor.
Ordaki bir engellemeye karşı dikkat uyarısı ile radarlar çalışıyor sanki...
Bu olay, herhangi bir engellemeye karşı vücudun savunmaya geçmesi ve arkadaş ordan geçersen başına bunlar gelebilir uyarısı...
Sistemin kendini koruma çabası... yalnızca beyinle mi, tüm sistemle birlikte mi düşünülür, bilinmez...
Bu sıradan olay, herhangi bir risk, herhangi bir olumsuzluk karşısında, başarısız girişim ya da engellenmiş bir davranış karşısında, aynı olumsuzluğun yaşanmaması için, sistemin bir savunması...
Konuyu nasıl toplayıp da yürümeye getireceğim...bunu ben de bilmiyorum...
İlk yürüme güçlüğünü yaşadığım dönem, Karadüzden, köye doğru yürüdüğüm zamanlar olabilir...
Sonra, bütünlemeye çalışacağım üniversite yıllarında, inşaatta çalışmaya başlamam, dersleri askıya almam... Bu dönemde, ciddi ciddi aksamaya, çatal görmeden çiğneme güçlüğüne, tad almada bozukluğu ile karşılaşıyor adamımız.
Normale dönebilmek için, bir aylığına köye gidiyor... Köy hem doğal güzellikler hem de ana kucağı...
Ana kucağı demişken... oldum olası annemin öleceği korkum vardı.... ya ölürse diye... Avukat olduktan sonraki bir zamanda, Atatürk’ün annesinin, o cumhurbaşkanı olduktan sonra öldüğünü öğrenince... bayağı rahatlamıştım....
Bu arada Atatürk ile olan yakınlığımı anlayabilirsiniz.
Asıl ayrıntıyı tartışmamak için kıvırtıyor adamımız...
Ciddi ağız kuruluğunun kökeni
Yalan söylemek mi, korkmak mı.... söylemekten çekinmek mi.... Nerden çıktı bu kuruluk...
Cavidan, cinsel sorunlarımız var galiba... dedi ve sustu... E noolmuş yani... görünen köy kılavuz ister mi...
Bu yüzden, bu söylemden dolayı ağzın kurudu... Sözün devamını söylemekten çekindin ...
Bu etki insidon hap kullanınca da oluyor... sakinleştirici mi, uyku ilacı mı... kimyasal takviye yok... vücut kimyası iyle ucuz tarife idare ediyorsun....
Küstümotu rahatsızlığı ya da MS
Bu açıklamayı Sağlık bakanından veya batılı bir uzmandan beklemeyin…
Bitkilerin çeşitli savunma sistemleri var… bazen de saldırı..
Serde dikenli olmak, zehirli olmak, acı olmak, dokunulunca küsmek de var…
Dokununca küsmek nasıl bir savunma, incelenmeli… Avcıdan kaçmak, gizlenmek, onu yanıltmak gibi bir gayret var…
MS nin küstümotu hastalığı olduğu görüşü bana ait… Tıb ile, bilim ile, bilim adamlığı ile ilgim, yalnızca MS li olmak…
Küstümotu ailesi hakkında, ciddi bir tarama yapacağım…. MS nin kökeni konusunda, en özet ve gerçekçi tespit bu…
Tekerlekli sandalye kullanmadan kalkıp koşturacağım zamanlar yakın…
Beni yemeyin diye bitki, diken geliştiriyor…ya da dikenli olanlar yaşama şansı buluyor… Zehirli bitkiler yaşıyor…bazı bitkiler de hayvanları yiyiyor…
Dokunulunca küsen bitki, senin bende yiyeceğin bir şey yok mesajı veriyor…Belki de lezzetli ve doyurucu bir bitki… kendini nasıl savunacak… gizlenerek…
Bukalemin nasıl savunuyor kendini…ortam rengine uyarak…
Çevre ile uyumlu canlılar, gizlenme ve korunma olanağına sahip…Gelsin evrim teorisi…
Öğrenilmiş roller
Kaçmak, gizlenmek, karşı koymak, tuzağa düşürmek ve korkutmak… savunma yöntemlerinin bazıları…
Pasif direniş de bir savunma sistemi… Küstümotunun pasif direniş yaptığı düşünülebilir mi… Hareket etme, ok atma şansı yok… onun başka savunması olamaz. Pasif direniş hayvanlara özgü… Saklanma, renk uyumu, sessiz kalma…
Küstüm Otu‘ nun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır. Bu da böcekleri kaçırmak için yeterlidir. Bitkideki bu hareketi gerçekleştiren mekanizma elektrik akımlarıyla başlar. Bu akım aynı insan vücudundaki sinirlerden geçen akım gibidir. Bitkinin reaksiyonları bizde olduğu kadar hızlı değildir. Bununla birlikte bitki özünü taşıyan kanallar aracılığıyla iletilen elektrik sinyalleri 30 santimetrelik mesafeyi bir-iki saniye içinde geçer.
Isı ne kadar yüksek olursa, reaksiyon o kadar hızlı olur. Her bir yaprağın dibi (yaprağın sapıyla birleştiği yerde), oldukça şişkindir. Buradaki hücreler sıvıyla doludur. Uyarı buraya ulaştığı zaman, yaprağın dibindeki şişkinliğin alt yarısı aniden suyunu boşaltır ve aynı anda diğer üst yarı, bu suyu kendi bünyesine alır. Ve yaprak aşağıya doğru düşer. Böylece uyarı saplar boyunca ilerlerken, yapraklar domino taşları gibi teker teker, ardı ardına kapanır. Bu şekilde bir savunma hareketinden sonra, bitkinin tekrar hücrelerini doldurup, yapraklarını açabilmesi için 20 dakika gereklidir.
Öğrenilmiş Kölelik
Devlet politikaları, insanlar ve insan davranışlarına bağlı…
Bilim onların işi, askerlik, teknoloji…şunlar ve bunlar… tıb eğitimi ..mühendislik
Sahibin kollayıcılığı ve gözetleyiciliği olmadan, tuvalete bile gidemez…öyle öğrenmiştir…dedesinden, babasından öyle öğrenmiştir,
Bir şey olmak, biryere gelmek için torpil gerekir…
Dayısının selamına ihtiyacı vardır…
Öğrenilmiş kölelik…
Bu adam, her şeyi satabilir… Satarak mevki, itibar şu bu kazanır…
Güçsüz bulduğunu, ezer…. Kozlarını cömertçe kullanır… ama aslında o yoktur… tatlı canı veya küçük çıkarları gemiden önemlidir… sitti…
Yeniden ve yeniden...
28 Haziran 2012 Perşembe
Geri dönmek....önemli kısmı işin düşünsel boyutu....
Genç adam, bir gün büyüdüğümde, çocukluk veya gençliğime dönmek istemeyeceğim... dedi...
Aslında iki döneme de kırgındı... işin özeti bu...
Bir karikatür geliyor aklıma... adamın sağ kolu yok...başını sol koluna yaslayıp, başını sağ koluna yaslamış kendini hayal ediyor...ama yine tek kolu var....
Öğrenilmiş çaresizlik hayal gücünü bile sınırlıyor... Normal olan iki kolunun olması...
Adamımız bir engelin varlığına o kadar inanmış ki, engelsiz yaşamı düşünemiyor... burası komik mi acıklı mı... takdir sizin...
Gerçekleşmesi imkansız gibi görünen kapılar birer birer açılıyor... Bu gerçeğe inanamıyorsun... İnandığın yanlışlarla birlikte yaşıyorsun...
Hasta olmayı kafaya koyduğu için hasta olur mu adam... Bu bir pasif direniş, bir kaçma ya da öğrenilmiş çaresizlik değil mi...
Deneyler hep hayvanlarla yapılmış... bu durum sizi gülümsetmiyor mu... köpekbalığı, pire,şu ve bu...
İnsanın yeri neresi
Çözüm görünüyorsa ne duruyoruz
Üniversite sınavına gireceğim zaman, yapabileceğim soru sayısı ve sınav sonucu konusunda, kendime güveniyordum. İstediğim bölümü kazanacağıma, kazanmam gerektiğine inanıyordum.
Kurs ve dersane olmadığı gibi, lise biri okuduktan sonra okuldan ayrılmışım...
Köydeyim. O aşamada elektrik dahi yok.
Mantığa dayalı bir hesabım vardı... bir an aklıma takıldı... yanılıyor, kendimi kandırıyor olabilir miyim...
Güven duygusunun yanında, ya yanılıyorsam sorusu da vardı...
Bunu niye anlattım.... MS konusunda bulgular konusunda, yanılıyor olabilir miyim... Acaba sorusu biraz kuşku uyandırıyor...
Bilimde kuşku önemli...bizimki kendi sağlığımız konusunda deney yapabilmek...
Hastalık etkenini başkasında aramak
MS nin tipik özelliği, hatayı kendinde aramak, öyle inanmak ve öyle yaşamak...
Taşı başkasına atmak klasik bir savunma....taşı havaya fırlatıp sonra da başını düşen taşın altına uzatmak... fıkra işte...
Ne demiştik, ciddi görünümlü komik hastalık....
Geciktirici spreyler falan olur ya... gecikme kontrolden çıkar, canınızı çıkarırsa ne olur... Olur mu.... olur.... kontrol edilemeyen zayıflama hastalığı gibi... önce geciktirmeye çalışırsın, zevk uzasın diye... fazla uzayınca da, bitsin gari dersin... sizi dinlemez...
Buraya kadar zevk üzerine pazarlık... bitmeyen oyun, size yürüme zorluğu, tutma sorunu, çatal görme, ..... çizmeyi aşmayalım....
Tekerlekli sandalyeyi, geciktirici spreye bağlayacaksın...
Olumsuz düşüncenin anında görüntüsü
Kişiye özel bir durum mu, ortak davranış mı tartışılmalı... Adamımız, karşılaştığı ve doğrudan etkilendiği bir aldatılma olayını ve olayın kahramanı, adam görünümlü eşeği düşününce, vücut kimyası bozuluyor... Adım atma güçlüğü çekiyor...
Hoppala...
Sinirlenince, yürüme zorluğu, korku veya endişe halinde benzer davranış... olum mu... olabilir....
Yatak arkadaşının, olmuyor işte... deyişi, küstümotu etkisi yapabilir....
Ne yaparsan yap.... söylemi, yapmasan da olur şeklinde çevrilebilir..
Cinsellik içermeyen seni mutlu edeceğim sözü ile mutlu olunabilir..
Dış dünyanın yönlendirmesi
Şartlı refleks gibi öğrenilmiş çaresizlik gibi. Partnerin vaginası, ilişkiyi uzatıyor... nasıl oluyor...vaginada sarkma var... cinsel ilişkinin uzaması nedeni... bu durum partnerun huzursuzluğuna neden oluyor... Olumsuz bir durum ve neden adamımız gibi algılanıyor...
İlişkinin fizik haretekinde zorluk başlıyor... küstümotu oyunu burda oynanıyor...
Yürüme zorluğunu, aksamayı ve sonuçta tekerlekli sandalyeye bu sayede ulaşıyor adamımız... Bu kadar basit mi... hayır, değil... bu kadar karmaşık...
Parmaklardaki tutamama, kavrama güçlüğünün arkasında da, silah kullanma endişesi var... adamımız fen labotuvarı gibi çalışıyor...
Tesbitler gerçek ise, geri dönüşüm kutusunu görelim...
Kendi çapında sanal bir düşman, sanal bir güçbüzlük ve buna gösterilen pasif direniş...
Ama direniş gerçekçi... İyi de sanal saldırıya karşı sanal savunma yapılsa, sorun olmayacak.... Bilgisayar ortamındaki veya filmdeki hayali kötü adama karşı gardımızı alıyoruz...
Film izlerken ağlayan, sinirlenen veya mutlu olan insan sayısı o kadar çok ki... Gerçek olmadığını düşünmeyiz bile... Film kahramanından fazla korku ve endişe duyar, daha fazla mutlu olunur...
Hayal ve gerçek karışır gider....
Öğrenilmiş çaresizlik....
Bu kadarına da pes yani... Cinsel ilişkiden, kadın mutlu olmuyor... mutlu oluyor göründükleri de, durumu kurtarmak için....
Çocuğu oluyor... görünürde sorun yok... Bir çocuk, iki çocuk, üç çocuk... Ama aslında değişen bir şey yok... Yani ilişkiden zevk almak yerine acı ve eziyet çekiyor...
Yıllar sonra, sevdiği ve güvndiği bir doktor arkadaşına, hapşırırken, çiş kaçırdığını söylüyor... Bu tip olaylar konusunda bir üroloji uzmanı arkadaşını öneriyor ve bu tip rahatsızlığın, basit bir operasyon ile giderilebileceğini belirtiyor...
Doktor ile görüştüğünde, rahatsızlığın sık görülen ama bir estetik operasyonu ile düzelecek bir rahatsızlık olduğunu, genellikle birkaç doğum yapan kadınlarda görüldüğünü, bazen de doğuştan olabileceğini öğreniyor... Bir üroloji kliniğinde bekleriz...
Bu rahatsızlıkta, cinsel ilişkiden zevk almama, acı çekme gibi sonuçlar da doğabilir... Yeri gelmişken, psikiatriye de bir uğra....
Gizli bir sorun olabilir... Sizin açınızdan olabileceği gibi, partneriniz için de sorunolabilir... İlişkinin uzaması zevksiz hale gelmesi sonucu görülebilir...
Cinsel açıdan bir problemi olmayan partner, psikolojik baskı veya durumdan sorumluluk çıkarma endişesi ile, ilişkinin başarısız olmasından kendini sorumlu hissedebilir...
Burada öğrenilmiş güçsüzlük sözkonusu olabilir... İlişkiden kaçınmak için fizik bahaneler aranabilir... Çünkü sonuç istediği gibi olmayacaktır... Taraflar, ilişkinin uzaması ve sıkıntılı durumdan erkeği sorumlu tutmaktadır...
Cinsel ilişkide sorun yaşayan erkek, önce fizik hareket kısıtlaması ile karşılaşıyor... sonra yürümesinde aksama oluyor.. Uzun vadede tekerlekli sandalyeye kavuşuyor... başka bir nörolojik teşhis konuluyor...
İlişki ile yürüme ve tekerlekli sandalye ilişkisi yerli bir gözlem...
Öğrenilmiş çaresizlik böyle bir şey olabilir.... İspat için geri dönüşüm sağlanmalı...26 Temmuz 2012 Perşembe