Erken Cumhuriyet Dönemi"nde Emek Tarihçiliği ve Türkiye"de Sendikacılık

Emek tarihi araştırmaları ve sendikacılık, işçi sınıfının gelişiminde ve evriminde büyük önem taşıyacaktır. Bu çalışma, bahsi geçen konu üzerinde, erken cumhuriyetteki gelişmeleri incelemektedir.

yazı resimYZ

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devletçi uygulamaların ve yeni tesis edilmeye çalışılan endüstriyel üretim biçiminin, erken cumhuriyet ve sonrası dönem üzerinde ( işçi sınıfı ve hareketleri bağlamında ) önemli etkileri olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Batı medeniyetlerine ulaşma amacı taşıyan ve tarımsal üretimden sanayi üretimine geçişin yaşandığı bu yıllarda, devlet desteğiyle oluşturulan sanayi işçiliğinin o dönem köylülüğünden keskin kopuşları olduğu söylenemez.
Kemalist fikriyatın vurgu yaptığı üzere, “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” tasavvur edilen bu dönemde, sanayi işçisi olmaya dönmüş topraksız köylülerin, köylülüklerinden ve köydeki çalışma biçiminden keskin kopuşları olduğu iddia edilemez. Yiğit Akın burada, köyden gelen yeni işçilerin, tarımda gerekli olduğu üzere, iş odaklı üretim tarzını benimsediklerini ve bu yüzden endüstriyel üretim mantığında zorluk yaşandığını belirtmektedir. Öte yandan, emeğin araştırılmasında sadece sanayide çalışan işçilerin incelenmesini yanlış bulmakta ve tarım işçileri ile evde parça başı üretim yapan kadınların da bu dönemin emek araştırmalarında dikkate alınması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Yakup Kepenek’e göre “çağdaşlaşma sürecinin ekonomik yönü[nü] tamamlama[ya]” çalışan devletçilik ilkesi eliyle gerçekleştirilen sanayileşme hamlesi içinde, tüm ülkeye yayılmak istenen fabrikalar sadece belli bölgelerle sınırlı kalmıştır. Bunun sonucu olarak ortaya köylerinden göç eden geçici köylü-işçiler çıkmıştır. Bu yeni sanayi işçisi olan eski köylülerle, üretim sürecinde yaşanan bir diğer sorun ise; köylülerin ‘bir miktar para kazanıp köylerine geri dönme eğilimleri’ olmaktadır. Bu eğilim sonucunda, sanayide ortaya çıkan sürekli işgücü deviniminin; işçi hareketlerinin, haklarının ve örgütlenmesinin önünde engel teşkil ettiği söylenebilir. Yıldırım Koç da burada 1923-1946 dönemi için, “Bu dönemde yaşanan yoksulluk ve yoksullaşma, hükümetlerin uyguladıkları politikalara, sanayileşmenin sınırlılığına, kırsal kesimde ortakçılığın yeniden yaygınlaşmasına ve geçici ücretli iş olanaklarının bulunmasına bağlı olarak, (…) milyonlarca köylünün yerleşmek amacıyla kentlere akmasına yol açmadı” demektedir. Ayrıca toplam işgücü içinde önemli bir yer teşkil eden kadın ve çocuk emeği de işçi hareketlerinin gelişmemesinde etkilidir. Zira bu işçilerin de çalışma sürelerine bakıldığında bir devamlılık olmadığı görülmektedir.
Devletin, oluşan yeni işçi kesimine biçtiği bir başka rol de milliyetçilik sınırları içinde hareket eden ve dolayısıyla devlet için tehlike yaratmayan bir unsur olmasıdır. Bu yolla devlet, “sınıf”ı tekrar reddeder. Devletin 1923-1960 aralığında genel hatlarıyla karşı durduğu sendikacılık hareketinin gelişiminde de bu nokta önemlidir. Zira Koç’un “Türkiye tarihinde ülke çağında hemen hemen tüm iş kollarını kapsayan ilk örgütlenme” olarak ifade ettiği ve 1952 yılında kurulan Türk-İş’in hükümete, dolayısıyla devlete ve milliyetçi sınırlara bağlı kalmasına çalışılmış, ona anti-komünist bir misyon biçilmiştir.
Sonuç olarak, 1923-1960 arasında, sanayideki işçileşmenin dönem koşullarının gerektirdiği üzere köylü işçilerden devşirilerek oluşturulduğu; işçi örgütlenmesindeki engellemelerin devlet politikası olarak bir süreklilik arz ettiği ve hükümetlerin de bu uygulamayı sürdürmeye devam ettiği, 1950-1960 arasındaki Demokrat Parti iktidarı döneminde bireysel işçi haklarında çeşitli gelişmeler yaşanmış olsa da, sendikalaşmada, toplu iş sözleşmelerinde ve grev hakkının kullanımında engellemelerin sürdüğü, buna rağmen işçilerin direnişlerini de sürdürebildikleri; fakat genel olarak cumhuriyetin kuruluşundan 1960’a kadar geçen döneme bakıldığında, hakların kazanımında büyük gelişmeler yaşanmadığı söylenebilir.

Yorumlar

Başa Dön