Bir sıçrayışta üç adam boyunda ki buğday yığının tepesindeydi. Bıldır vakti şu Kara Memetlerin Rüstem’iyle sırf bu yüzden dalaşmışlardı. Rüstem, topal ayağıyla koşup sıçrayacağım derken tökezlemiş sonrada kaşları çatık ağlamaklı sesiyle,
“ Ölçtün de mi biliyorsun sanki Süleyman!” diye bağırmıştı.
“ Ölçtüm, ölçtüm. Hem de şu gördüğün sırıkla,”
“Haydi, oradan be! İyice odun belledin sende galiba adamı,” diyerek ayrılmıştı yanından.
Oysa babasından bilirdi Süleyman. Uzatılan her desteyle yığın yükselip tepesine ulaşamadığında, babası önce sırık dayar öyle çıkardı. Başakların, içe bakacak şekilde dizilmesine dikkat eder, yığın üç adam boyuna ulaşınca kayarak inerdi oradan aşağı.
Bir defasında meraklanıp sormuştu;
“Neden daha fazlası değil de illa ki üç adam boyu?” babası;
“Oğul, harman vakti gelip kaldırıncaya kadar bel vermemeli şu yığın,” demişti.
Rüstem fazla kalmadı, ayrıldı köyden. Ailesi kovmuş falan dediler onun için. Çeşme başında bakraç dolduran Fatmagül’e yanaşıp bir şeyler etmeye kalkışmış. Kız feryat figan yalakta ki maşrapayla kafasına, kafasına vurmaya başlayınca da, gürültüye harman dönüşü yetişen birkaç kişi, taa koruluğa kadar peşelemiş onu.
Eşkıya olup tütün kaçakçılığına başlamış o’da. Çanakkale’den aldığı tütünü katır sırtında dağdan ovadan aşırıp satarmış köylere. İlkin işleri de yolundaymış, dediler. Ama gelgelelim kolcu başı Altı Parmak duymuş bunu. Adamlarıyla köye gelip iyice sorup soruşturmuş, her yere pusu atmışlar. Sonunda Alaçatı’nda ki korulukta kıstırmışlar hergeleyi. Karşısında mavzerli otuz atlıyı bulunca gıkını bile çıkaramamış bizimkisi.