Devlet hastanesinden çıkma, ayakları paslı, tekerlekleri sökülmüş beyaz hasta karyolasında, topuklu ayakkabı seslerini dinlediğim kadınların gittikleri yeri merak ediyorum. ahşap komodinim harap, buraya taşırken düşürdüm, kimseye eyvallahım yok, kapıcıya ondan müsaade etmedim, çoktan kollarını sıvamıştı halbuki. eyvallah edecek başka kimsem varmış havasındayım, çekmecelerini iple tutturduğum komodin şahit...
Duvarları boyatmak istemedim. benden önce oturan ailenin, dört buçuk yaşında, çatı katından düşen çocuklarının çizdiği abuk kedi resimleri var. bir de, her seferinde saçmalığına gülüyorum ölümün, her yağmurda su basan, bodrum katında ölmeyen çocuğa şaşırıyorum. halı var yerde, ayaklarım üşür, tozdan da hoşlanmıyorum. hatırlamazlar ama, arkadaşlarım bilir. kendimi kandırma becerime bayılıyorum, perde astım, 30 santimlik pencerelerime. buzdolabında şişeler dolusu soğuk su var, dolabın orijinal rengi mi bu, kirden mi bu halde bilmiyorum, sevdim de aldım. suratsızlığından kimsenin konuşmadığı teyzeyi, minderleri çöpe atarken yakalamıştım, onlar da karşımda şimdi, kimse oturmayacak üzerlerinde, boşluğu dolduruyorlar.
Bilgisayardan, hep yeni nağmeler yükseliyo, hiçbirini duymamışım daha önce. "çok seviyorum" demedim hiçbir şarkıya, kimsenin de dikkatini çekmedi. kulaklıktan dinliyorum, hoparlörler daha kutusunda. diyorum ki, "şarkım yok benim", herkes kendi şarkısını söylüyo. görmediğim insanlar, ben şarkımı arıyorum dediğim her seferde, bilmediğim şarkılar çalıyolar.
Direniyorum, bi' hissizlik nöbeti daha geçirmemek için. sonra, sadece gözlerime bakan memur çocuklarının farkettiği felce tutuluyorum.