Komünist ne demek anne, devrim nasıl olur, bu resimlerin arkasında neden ‘Cezaevi - Görülmüştür’ yazıyor” diye sormadığım uzun yıllar geçiyor. Babam var benim, o hem yakışıklı hem güçlü, bir sürü tekerleme uyduruyor benimle konuşurken ve uzun uzun masallar anlatıyor. Perde halkasını parmağıma sokup, parmağım şişip morardığında, demir atölyesine götürüyor, halkayı kestirip parmağımı kestirtmediği için babamı çok seviyorum. Anaokulundan beni almaya geldiğini hatırlıyorum, işsiz geçirdiği altı ayda bana baktığı günleri hatırlayamıyorum. Bir kucaklaşma, bir gülüş, başlangıç ve sonrası gözlerimi kapatıp bir şeyler görmeye çalıştığım karanlık günler. Fotoğraflara bakıyorum. Sararmış eski fotoğraflara. Nerdeydik? Neler yapıyorduk?Gözlerimi kapayıp hatırlamaya çalıştığımda, ilk hatıralarımda annemi göremiyorum ama Hikmet Teyzeyi anımsıyorum. Kapıcımızın karısıymış. Apartmanların arasındaki avluda, kömürlüklerin orada bir küçük odada kalıyorlardı. Ana okuluna gitmediğim günlerde bana bakıyor, ve çamaşır yıkıyordu. Ulus semtinde, Genç ağa apartmanında oturuyormuşuz. Annem “O zamanlar buraları Ankara’nın en güzel yerleriydi” demişti. “Ankara’nın en güzel yerleri buraları ise diğer yerlerde mağaralar mı vardı?” diyerek güya şaka yapmıştım.
Hikmet Teyzeyi hatırlıyorum. Leğende çamaşır yıkıyor, bir gaz ocağının üzerinde kaynayan kazandan çıkan buharların arasında. Pencereden sarkıp ona seslendiğimde, başını kaldırıp bana gülümsüyor. Sonra bir dehşet gecesinde hatırlıyorum onu. Yine camdan aşağı bakıyorum bir gece vakti, Hikmet Teyze çığlıklar atıp, yerde dizlerini karnına çekmiş ağlıyor, siyah paltolu, kocaman bir adam, Hikmet Teyzenin saçlarını çekip, karnına tekmeler atıp, yüzüne vuruyor.
Bana anlattığı, köyde bıraktığı çocukları Mutullah ile Sımayıl (İsmail) benim hayali kardeşlerim. Tüm oyunlarımda benim yanımdalar. Herkese üçümüzün maceralarını anlatıyorum. Kimse onları göremiyor ama ben biliyorum. Yaramazlıkları yapan Mutullah. Simayıl ise daha uslu.
Eski evler var, yanlarında yeni apartmanlar. Ağaçlar küçük, benim boyumda, kaldırımda sıralanıyor. Otobüslere biniyoruz, önleri kamyona benziyor ve her yerleri gıcırdıyor. Siyah yuvarlak sırtlı, uzun burunlu, sarı-beyaz damalı şeritleri olan taksiler, tek tük geçiyor caddeden. Annem ve babam gibi giyinen, teyzeler, amcalar yürüyor caddelerde ve polisler geziyorlar aralarında. Onları tanıyorum ve her gördüğümde “Bak anne, polis” diyorum.
Çok uzun yıllar geçiyor gözlerimden, Burgaz Ada da kollarımdan tutup bir çukurun üstünden hızla sallıyor babam, Kalpazan Kayadaymış bu çukur, ben hiç korkmuyorum, çünkü babam tutuyor, o beni düşürmez. Bana kediler getiriyor, birinin adı “Cingöz”, diğerinin de “Duman”. Cingöz balkondan düşüp, aşağıda yatarken, ölümü anlatıyor babam, ağlıyorum. O kadar çok hayvanat bahçesine götürüyor ki beni, orasının bizim olduğuna inanıyorum. Ruhi Su saz çalıyor, babam rakı içiyor, sofradan alıp ağzıma bir salam tıkıyor, şiirler konuşuluyor rakı sofralarında. Sinema dönüşlerinde yaz geceleri, babamın kucağında, başımı omzuna koyup öylece uyuyorum.
Uzun uzun yıllar geçiyor, en çok güldüğüm yıllar. Babam gelirdi her akşam ve ben gülerdim. O kocaman adam, ilk neşemdi benim babam.
x.x.x.
]