Ayak izlerine bulanmış kambur bir ihtiyarsın
Gecenin yorgun bekçileri oturuyor gözbebeklerinde.
Öfkeyi kuşanmış çatık kaşlı insanların
Küfesinde bütün kırgınlıklarını taşıyan yük işçilerin
Çıkmaz sokaklarınnda değil;
kendi içlerinde kaybolan yüzlerce yitik suratın
zorla sığındığı sapasağlam liman..
İstanbul;
Bir martının ahengine kapılıp
dudağımda oluşan tebessümüm
Yüreğimi enkaz altında bırakan fırtına
İstanbul,
Gecelerime güneş rengi elbiseler giydiren
saat onikiyi vurduğunda
gündüzlerimi yırtılmış düşlerle kirleten acemi ressam...
Eskimiş ayakkabılarımın,
yitik çocukluğumun,
her trafiğe çıkışımdaki geç kalmışlığımın
ve çalınmış gülüşümün sebebi sensin..
Ama dimdiksin işte
Hiçbir gözyaşı yıkamıyor
umut ve umutsuzluk karışımı gökdelenlerini
Umudun tükendiği andaki ışıksın çünkü
umutsuzluğunsa perde arkası
Basılmamış tek bir yerin kalmadı
Yordun bizi
ve yorduk seni
hüznümüzü akıtarak gözbebeklerine
Gülüşü çalınmış suratlar şehri;
köprüaltı çocuklarınla,
masumiyeti sırıtkan yüzlere satılan kadınlarınla,
hep bir yerlere yetişme endişesi taşıyan uykusuz insanlarınla
Düşlerinle,
ayağına çelme takılan düşsüzlüğünle
Duruyorsun işte..
Kimsesizliğini yorgan,
itilmişliğini yastık yapan göçebelerinle
Bir tarafın zifiri karanlık
Bir tarafın yağmurlu havadaki toprak kokusu gibi..
Yine de hep böyle kal aydınlığınla
Birgün kızıp içine kaçarsa nefesin
Kime sığınır; ülkemin kanadı kırık umut avcısı kuşları...