Bir varmış, bir yokmuş. Kimi yürekler sımsıcak, kimi yürekler sopsoğukmuş. İnsan bir masalın içinde hem var hem yokmuş. Masalların içinde gerçekler gün yüzü gibi aydınlıkmış. Bunu görebilen ancak gönlü sıcak insanlarmış. Söz kısa gerek, demiş gönlü sıcak dervişin biri. Derviş, çok konuşmaz ama çocuklar etrafına toplanıp da Masal! Masal! diye bağrıştıklarında onları kıramayıp hiç duyulmamış, gizemli masallar anlatırmış.
Yine günlerden bir gün çocuklar, dervişin etrafına toplanıp masal dinlemek istemişler. Dervişin dilinden şu masal dökülmüş:
- Bir varmış, bir yokmuş. Gönlü kurak, yüzü soluk pek çok insanın bulunduğu bir ülkenin sarayında çok büyük bir bağ varmış. Bu bağın bahçıvanı da asık suratlı, çatık kaşlı bir adammış. Bu adamın hiç kimsesi yokmuş. Zaten onu tanıyan da asık suratı yüzünden yanında durmak istemezmiş. Bu adam, ülkenin en güzel güllerini yetiştirirmiş. Bu güllerin benzeri hiçbir yerde yokmuş. Görünüşleri görkemli, renkleri kan rengi imiş, fakat bir kusurları varmış. Bu güllerin hiç kokusu yokmuş. Adam, onlara gül kokusu vermek için elinden geleni yapıyormuş ama bir türlü başaramıyormuş. Gülleri adeta yapma çiçeklere benziyormuş.
Bağın sahibi kral her gün bu bağa gider gülleri seyre dalarmış. Güzellikleri karşısında sarhoş olur, onlara dokunmak, onları koklamak arzusuyla dolar taşar ve kendini güllerin içinde bulurmuş. Ama güllerin yaprakları soğuk, kokuları ise hiç yokmuş. Kral güllerin arasına her dalışında büyük bir hayalkırıklığıyla geri çekilir ve bahçıvana Heyhat! Bu nasıl iştir ey bahçıvan, hem ülkemin en güzel güllerini yetiştirirsin hem de bu güllere kokusunu veremezsin. deyip hayalkırıklığıyla sarayına geri dönermiş. Asık suratlı bahçıvanın suratı daha bir asılır, çatık kaşları daha da çatılırmış ama yine de hiçbir şey güllerin kokusuz oluşuna engel olamazmış.
Bir gün, bahçıvan hastalanmış. Bağına bakamaz hale gelmiş, yatak döşek yatmış. Kral, ülkesine tellalları salmış ve ülkenin en iyi bahçıvanını bulmak istediği haberini yaymış. Üstelik bu bahçıvan, hem hasta bahçıvanı iyileştirecek hem de kokusuz güllere büyülü bir koku verecekmiş. Güllerin ününü duyan bahçıvanlar akın akın saraya gelmişler ama hiçbiri bahçıvanı nasıl iyileştireceklerini, güllere nasıl koku vereceklerini bulamamışlar. Kral da onları sarayından kovmuş. Derken bir gün bir çocuk çıkagelmiş. Saçları dağınık, üstü başı yırtık, yüzü gözü kirli olan bu çocuk güleryüzlü, neşeli bir şekilde kralın huzuruna çıkmış. Saygıyla önünde eğildikten sonra, Kralım, ben sizin güllerinizin neden kokmadığını ve bahçıvanınızın neden hasta olduğunu biliyorum. Onların ilacı bende. demiş. Kral, çocuğu pek ciddiye almamakla birlikte çözümünü de merak etmiş ve Söyle bakalım çocuk. demiş. Çocuk, cebinden bir küçük şişe çıkarmış. İşte güllerin ve bahçıvanın ilacı bu şişede kralım. Ama size nasıl yapıldığını ancak kırk gün sonra söyleyebilirim. demiş. Yalnız kırk gün boyunca, ben sarayınızın bahçıvanıyla aynı odada kalacağım. Ve siz kırk gün boyunca güllerin ve bahçıvanın yanına gelmeyeceksiniz. Kırk gün sonra hem bahçıvan sapasağlam olacak, hem de gülleriniz eşsiz bir kokuya kavuşacak. Kral, dudaklarını büzmüş, kaşlarını çatmış, çocuğu şöyle bir süzmüş. Sonunda çocuğun teklifini kabul ettiğini başıyla onaylamış. Çocuk gülümseyen bir yüz ifadesiyle kralın karşısında saygıyla eğilmiş.
Hizmetliler, çocuğu bahçıvanın odasına götürmüşler. Çocuk hizmetlilerden her gün kendisine iki tabak çorba yapmalarını ve kendisine vermelerini istemiş. Hizmetliler ertesi günden itibaren her gün çocuğa iki tabak çorba getirmeye başlamışlar. Çocuk çorbalardan birini bahçıvanın önüne, diğerini ise kendi önüne koymuş. Bahçıvan ilk anda çorbayı içmek istememiş, çocuğun kendisini öldürüp yerine geçmek istediğini düşünmüş ama çocuğun elindeki şişeyi her iki tabağa da serptiğini ve çocuğun da aynı çorbayı içtiğini görünce içi biraz rahatlamış ve çorbayı içmeye razı olmuş. Çorbayı ağzına aldığında, inanılmaz bir tatla karşılamış. Bu, hayatında içtiği en güzel çorbaymış. Asık suratı bir anda aydınlanmış, şevkatle çocuğa bakmış ama teşekkür edecekken hemen toparlanıp suratını yine asmış, burnunu bükmüş. Çocuk, çorbasını içen bahçıvana Afiyet olsun efendim. demiş ve bağın yolunu tutmuş. Bağa gittiğinde, bir süre görkemli ve kokusuz güllerin arasında dolaşmış. Sonra onları sulamak için kullandığı su deposunun yanına gitmiş ve elindeki şişeyi oraya serpmiş.
, kırk gün boyunca çorbaya ve çiçeklerin sulandığı depoya aynı işlemi yapmış. Kırkıncı gün dolduğunda kral büyük bir merak içinde bağına gitmiş. Bahçıvanını iyileşmiş bir halde bulmuş; çiçeklerinden ise inanılmaz kokular çıkıyormuş. Fakat güller eskisi kadar büyük ve görkemli görünmüyormuş. Sanki boyutları küçülmüş. Üstelik kokuları da gittikçe yok olmaya başlamış. Asabi kral, büyük bir hiddetle Güllerime ne yaptın çocuk! Boyutları küçülmüş! Üstelik bu kokular da sahte, güllerime koku da veremedin. Senin başını vurdurtayım da gör! diye bağırmış. İşte o anda ne olduysa olmuş. O asık suratlı, kimsenin sevmediği bahçıvan kralın dizlerine kapanıp yalvarmaya başlamış:
Etmeyin eylemeyin kralım. O, cansız bedenime can verdi. Benim canıma karşılık onun canını bağışlayın. Ona merhamet edin.
Kral, neye uğradığını şaşırmış. Çünkü kendisi gibi asık suratlı, gururlu olarak bildiği bahçıvanı, kendisine bir çocuğun canını bağışlaması için yalvarıyormuş. O anda içinden bir şeyler akıp gitmiş. Yüzü yumuşamış, yüreğine merhamet ışığı vurmuş. Çocuğun canını bağışlamış. O anda çocuk cebindeki şişeyi çıkarmış ve hiç düşünmeden yere fırlatmış. Şişe yere çarpıp kırılır kırılmaz gökyüzünde asılı duran güneş bağın içine düşmüş. Güneş ışığından göz gözü görmez hale gelmiş. Birkaç saniye sonra güneş yine eski yerine dönmüş. Kralın ve bahçıvanın gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış. Güller eskisinden daha görkemli duruyor, güneş gibi ışıklar saçıyormuş; üstelik etrafa hayatlarında kokusunu almadıkları büyülü bir koku yaymaya başlamış. Kralın gözleri ışıl ışıl parlamış. Bahçıvan şevkat ve sevgiyle çocuğa sarılmış. Çocuk etrafa gülücükler saçıyormuş. Kral, dönüp çocuğa sormuş:
O şişede ne vardı?
Çocuk:
Benim sevgim, sizin de merhametiniz vardı kralım. diye karşılık vermiş.