Onlar,
güneş doğarken, şafak ezgisine yansıyan buğday sarısının, mavi ışığını bilmeden, hayallerinde ki atiyi, gül nesline benzetip yaşamaya çalışan;
bir yangın sonrası gibi, bakır tenlerinin çatlak çizgiler gölgesinden, yoksulluğun bir başka gecesinde, üzerinde şaklayan kamçının ucunu, bilinçsizce yakalamaya uğraşan;
gümüş bedenlerinde minik kalpleriyle, hayatın ince sızısında, kin ve nefretle büyüyen, büyütülmek üzere salıverilen, güneşin üvey çocuklarıydı.
Onlar,
mümkünü yok, kendi iç dünyalarında kocamandılar. Erken vakitlerde dana ve kuzu güderek, hayatın yelpazesine, sanki şimdiden alışmak gibi devam ettiriyorlardı yaşamlarını. Kangalları toplarken; ellerine gurbet gibi batan dikenlerin acısına aldırmadan, kendi aralarında, keyifle günü akşam ediyorlardı.
Onlar,
yurdumun tüm çocukları gibi, isteksizce, hazırlıksız doğmuşlardı.Üvey çocuk olmanın koşullarında daha bir değişmeyen...' Böyle gelmiş böyle gider' değimini doğrularcasına, bilemeğe ömür törpüsü gibi bırakılmışlardı.
Yetiştirme tarzımız anlayışından, çocuklar, yalnızca çocuklarla ve kendi aralarında oynardı. Hayatlarında öğretmenleri dahil, yetişkin bir insanla oyun oynamamışlardı hiç. Artı,yine güneşin üvey çocukları muamelesi görüyorlardı. Onlara; 'Haydi, ya kar topu oynayalım.' dediğimde gülüşmüşler, ciddi olduğumu gördüklerinde de şaşırmışlardı.Oyun esnasında, ilk yadırgamaları geçtikten sonra, yüzlerinde ki mutluluğun çoğrafyasını çizememiştim bir an.Toz içinde kalmış yüzlerinde, tıpkı, tuz ve kül arasında açan nadide karanfilleri yansıtıyorlardı.
Düşündüm bir zaman; uzun yıllar çocuklarla çalıştığım dönemlerde, türk çocuğu, arap çocuğu, fransız çocuğu diye bir şeye ratlamamıştım. Hangi ulustan olursa olsun, hangi renkten olursa olsun, aynı isim altında, (ÇOCUK) aynı koşullarda, aynı muamele görüyorlardı.
Ağaç yaşken eğilir* kavramından;
kin ve nefretle, sevgisizliğin sıkıntılarında şefkatten yoksun, ayrıcalıklar içerisinde büyüyen çocuklar, gelecekte, insanlığa ve ülkeye ne gibi faydalar getirebilirdi?
Kıssadan hisse,
yeryüzüne sunulan yağmurdan sonra, renkler cümbüşünü tüm yeryüzüne akseden gökkuşağı, dünyanın heryerinde aynıdır.
Şair demiş; bebeklerin ulusu yok* diye. Şimdi aynı şey, çocukların ulusu yoktur.İnsanlığa armağan olan çocuklar, evrenin ağustos yadigârıdır.
Üşüyen göğsümüzden, onlara olan değerin altın saçaklarından tutam tutam çıkarıp, güneşle ısıtarak, irfan tohumlarını saçalım.Her tanenin bırakacağı ileti ekosunda kalıntılar ve alıntılar yaşadığımızı, yaşayacağımızı hatırlayarak...
Seni ne çok sevdim bilsen çocuk..
Özlemine tutunduğum yekta ülkem de
Çok uzaklardan bağrıma işleyen
Hardan,
Ateş oldun kilitlendin ben de
02/07/2006
Sevgili Özbek