Kapkaranlıktı her yer. Önümde sadece bir gece lambası bana aydınlık veriyordu ve hafif mandalina kokuları… Ellerim ise hafif kuruluğun verdiği o tiksindirici ellerim. Her şey tamamdı. Cinayeti çok güzel bir şekilde tamamlamıştım. Arkamda ise hiçbir şüphe bırakmadan, kalbimdeki o kötülüğün karanlığı her saniyede giderek artıyordu ve kendi kendime o pis sırıtışım, kalbimdeki karanlığın artmasıyla orantılı bir şekilde artarak benim egomu dolduruyordu. Evet ; başarmıştım hiçbir çelişkiye düşmeden, 5 yıldır beslediğim kinimin acısını artık kan damlaları ödüyordu.
Dün gece; 01:00
Evinin önünden lambalarının yanık olup olmadığını kontrol etmek için önce arabayla geçtim. Ellerim titriyordu; direksiyonu kontrol etmekte zorlanmıştım. İki sokak öteye park ettim. Arabadan indim ve evine doğru yol almaya başlamıştım. Hiçbir evde ışık yoktu. Sadece sokak lambaları ve ben vardım. Evine doğru giderken, kendimi o zifiri karanlığa doğru tek ben ilerlediğimden dolayı yerin ve gökyüzünün hakimi benmişim gibi hissediyordum.
Silah, paltomun iç cebindeydi. Hızlı adımlarla hedefime doğru ilerliyordum. Sanki doğduğumdan beri bunun için eğitilmişim gibi. En sonunda evinin dış kapısına geldim. Elimin titremesinden olsa gerek dış kapının gıcırdaması beni ürpertmişti. Ani bir şekilde, ayaklarımdan başıma doğru bir titreme oluverdi ve evinin kapısını (küçük bir sesle) zorlayarak açtım. Ev dışarıdan küçük ama içeriden bakınca devasa büyüklükteydi. Mobilyalar antikaydı: avizeler, büfeler, konsollar… Evin mermerleri satrançtaki gibi siyah beyaz döşenmiş bu da eve ilginç bir hava katmıştı ve içerden gelen o esrarengiz, büyüleyici Mozart-Symphony No.41 ‘’Jüpiter’’.
Evin koridoruna doğru ilerlerken paltomun iç cebinden silahımı çıkardım. Piyano sesi koridorun en sonundaki odadan geliyordu. Hızlı ve güvenilir adımlarla ilerliyordum. Artık kendimi sıradan, önemsiz birinden tanrı lütfuna ulaşmışım gibi emin adımlarla koridorun en ucundaki kapıyı açtım. Pencere açıktı. Dışarıdan gelen rüzgar beyaz , naif olan perdeleri savuruyordu. Galiba o da beni bekliyordu. Odada sadece bir piyano ve piyanonun üstünde de vazonun için de bir tane kırmızı gül vardı. O güzelim notaları çalarken, ben silahımı onun alnının tam ortasına doğrultmuştum. En sevdiğim, en haz aldığım bölüme gelene kadar beklemiştim.
Sonunda o en sevdiğim, en haz aldığımı bölüme giremeden alnının ortasından onu vurmuştum. Zavallı , kafası piyanonun beyaz tuşlarının üstüne düşmüştü. O iğrenç kanı piyanon her yerine yayılmıştı. Tek üzüldüğüm Mozart- Symphony No.41 ‘’Jüpiter’’ bitirememiş olmasıydı. Beslediğim kin daha ağır basmıştı. Kimin umurunda… ŞAH ve MAT!
] ] ]
Hafif Kuruluğun Verdiği O Tiksindirici Ellerim.
Kendimi müziğin akışına bıraktım.