Hayatım

Bir hayatı bu kadar cümlelere sığdırmak elbette mümkün değil.. Ama az sözle çok şey anlatabilme sanatı diyorum ben şiire..

yazı resim

Karadeniz’in hırçınlığından hız kaybettiği batısında, küçük bir sahil kasabasında, Akçakoca’da doğmuşum ben.. Hüzünlü bir sonbahar sabahında..
Hala tartışır durur annemle babam; 1964 müydü yoksa 1965 miydi diye yıllardan..
Ama hemfikir oldukları bir konu var ki, o da mısırların hasat zamanıymış..
Yedi çocuklu bir ailenin sondan iki numarası olarak dünyaya gelen ben;
Nedense pek sevilmemişim annemin rahmine tohumlarını bırakan tarafından.
Belki erkek olur diye izin verilmişti yaşamama ama, boşa çıkarmıştı tanrı umutlarını.
Henüz yaşıma girmeden ölümün soğuk nefesi vurmuş yüzüme
Galip gelmişim yine, bir ömür boyu sürecek olan inadımdan..
Sırf vicdanları sızlamasın diye, doktora götürmüşler beni
Zehirli ishalmiş teşhis, ölüyormuşum susuzluktan..
Yoksul ve kalabalık bir ailede, var olma çabasıyla geçen bir çocukluk,
Sonra gençliğim..
Karadeniz’in kemikleşmiş törelerine baş kaldıran,
Kız evlatlarına biçilen kaftana sığamayan gençliğim..
Yüreğime kazınan karşı cinsin korkusunu biraz hafifletmek için belki,
Belki, sırf bu korkumdan yalakalık olsun diye,
Fazlasıyla benzemişim aslında nefret ettiklerime..
Bu yüzden de pantolon giymenin namussuzluk sayıldığı köyümde
İlk ben geçirmişim bacağıma bu erkeklik simgesini..
Lise yıllarında takılan kravat,
O yıllarda moda olan ve sadece erkeklerin giydiği kadife montlar..
Neslimin kaderini değiştirmek için belki, hep yarış vardı
Babamın erkek evlatlarıyla aramda ve bunun getirdiği
Başarılı bir öğrenim hayatı..
Biten okul yaşamından sonra, nafakamın hala babamın cebinde saklı olduğundan belki,
Benim hakkımda verecekleri kararların akışına bırakmıştım kendimi ki, bekleneni yaptılar..
Bir dikiş nakış kursuna verdiler, ileride kocasının söküklerini diksin,
Çocuklarının çoraplarını yamayabilsin diye..
Ama, çok geçmeden anlayacaktım, ipek bir kumaştan pliseli gömlek dikmenin
Hiç de bana göre olmadığını..
Benim zikretmekten bile korktuğum yükseköğrenim fikrini rahmetli amcam
Kabul ettirmişti babama..
Her sınava girişimde babamın alaylı sözleri ve her sınav sonrası
Şaşkınlığı, yenilmişliği, kendine bile itiraf etmeye korktuğu gururu..
Şimdi düşünüyorum da sırf beni boğan bu küçük kasabadan kaçmak
Ve patlama noktasına geldiğim, baskılardan kurtulmak içindi belki de
Başkentin dolambaçlı yollarına koyuluşum..
Ürkek bir ceylan gibi yalnız bırakıldığım bu kent’e
Nerden bilebilirdim ki tutkuyla bağlanacağımı ve bundan sonraki hayatımı
O kaçak kömür kokan havasında soluyacağımı..
Üniversite yıllarım, ayaklarımın üzerinde tek başıma durmak zorunda olduğumu
Öğreten yıllar..
Bundan sonraki yolumda bana eşlik edecek olan hayat arkadaşımı seçim sürecinde,
Yüreğimin kıpırtıları yanında, mantığım da boy göstermekteydi..
Hala çatısı altında bulunduğum ve kimseye muhtaç olmadan yaşama ilkesini
Gerçekleştirme fırsatı bulduğum kurum çalmıştı dudaklarımdan ilk gülümseyişimi.
Burada düşmüştü saçlarıma yaşama yorgun düşmüşlüğün belirtileri
Ve burada kaybetmiştim üzerinde yaşadığım topraklardaki insanlar için
Umutlarımı, İdeallerimi..
Ve özlemle, hasretle geçen ilk evlilik yıllarım..
Hem kadın, hem erkek olmak zorunda kaldığım ve beni ruhsal tedavi yollarına düşüren,
Ama sonunda karşı cinsle barıştığım yıllarım..
Aslında çok sevdiğimi zannettiğim babamdan nefret ettiğimi anlamanın bir çok ruhsal
Problemi halledeceğini hiç düşünmemiştim oysa..
Henüz 26.merdivenini tırmanırken hayatın, merhaba demişti bana büyük oğlum Canım..
Melih Canım.. Annesinin zor yıllarının kavalyesi..
Baba diyerek yaşantımıza giren ve baba sevgisi özlemiyle kapılarımızı açtığımız
Hasta bir insanın gelgitleriyle geçen güzelim yıllarım..
Büyük oğluma arkadaş olsun diye dünyaya merhaba diyen küçük oğlumun adlarında
Arıyordum belki artık özgür olmak istediğimi ve kendime özgü olmak istediğimi..
Deniz Özgün’üm.
Ne kadar ittiysem bana doğduğum anda biçilen kadınlık gömleğini,
O daha da bir yapıştı tenime inat edercesine..
Toplumun bana yüklediği doğal görevlerdeydi ayaklarım
Kurtulmaya çalıştıkça içine çeken bir bataklık misali..
Hayatta ne kazandıysam, ne başardıysam, hep ellerimle kazıyarak, tırmalayarak
Olduğu içindir ki, tırnaklarım hep kısadır benim..
Ama ben yaptım demenin haklı gururunu yaşıyorum halâ, hatalarımda bile..
Şimdi mi..
Yılların yorgunluğuyla yardım isteyen vücudumun imdat çığlıklarına kulak vermek zorunda Kaldığım bu günlerde..
Eşimin de söylediği gibi ‘herkesin bir şekilde sürdürmek zorunda olduğu’ evlilik kurumunda
Aşkın yerinde yeller estiği ve alışkanlıkların, zorunlulukların devreye girdiği
Manzaranın seyrindeyim ...
Dudaklarımda acı bir tebessümle...

27.05.2002 / Tülin ÖZGEN

Başa Dön