Dünyaya tamamen egemen olan anamalcı küresel güçlerin, dünya egemenliğini iyice pekiştirme amacı doğrultusunda, Yeşil Kuşak ve BOP planı gereğince, Ortadoğu, Yakındoğu ve ülkemizde, yıllardır süregiden çalışmalarını izliyoruz; o amaçlar doğrultusunda toplumsal bir yoğrulmaya maruz kalıyoruz. Her geçen gün, daha hızla, ekonomik, askersel, politik, sosyolojik, psikolojik alanda amaçlarına ulaşıyorlar ve biz, neler olup bittiğini şaşkınlıkla kavramaya çalışırken yeni dünya düzeninin değerleri ve insan tipine göre biçimlendiriliyoruz. Sessiz soluksuz, severek aşını, ekmeğini, sağlığını, eğitimini, canını armağan eden gönüllü köleler haline getiriliyoruz.
Yıllardır süren, yüzlerce insanın hapisaneleri doldurduğu Ergenekon, Devrimci Karargâh, Balyoz, KCK, OdaTV gibi davaları, yukardaki tablonun dışında tutarak değerlendirirsek yanılgıya düşeceğimizi düşünüyorum.
Sovyetlerin yıkılışından sonra,1990’lı yıllarda, ABD ve Avrupalı ortakları, dünya servetine ve pazarlarına tek başlarına sahip olmak, paranın engelsiz dolaşımını sağlamak amacıyla, Ortadoğu’da operasyonları arttırdı. Art arda çıkartılan yerel savaşlarla günümüzde Arap Baharı diye sunulan savaşlara kadar iş, geldi dayandı, sürmekte...
Diktatörlükler ve baskıcı rejimlerle bunalmış halkların demokratik istemleri, “İnsan hakları savunuculuğu” adı altında kışkırtılıp emperyal amaçlar için kullanıldı.
Diktatörlüklerin yerine, geri İslam toplumlarında, dinsel ideoloji tepe tepe kullanılarak, yıkılan diktatörlükler yerine, gerici İslami rejimler kuruldu. Diktatörlüklere rahmet okutacak biçimde, emperyal soygun, daha da arttırıldı; bu ülkeler tamamen teslim alındı. Irak, Mısır, Libya, Afganistan, Yemen... Harekât; Suriye, İran, Türkiye üzerinde sürmekte. Biz de elimizden gelen yardımı esirgemedik, büyüklerimiz sayesinde.
Bütün bu gelişmeler karşısında, ikinci bir güç olarak, daha 1996’da, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakiskan, Tacikistan Şanghay Beşlisi’ni oluşturdular. Türkiye’yi de çağırdılar. Girmedik.
Küresel güçlerin yayılmasından, Nato aracılığıyla TSK’nın, bu amaçlar doğrultusunda oraya buraya gönderilmesinden rahatsız olan subaylar, bu yeni oluşuma dikkat çekerek, ABD uydusu olmaktan doğan rahatsızlıklarını dile getirdiler.
Dışa yönelik olarak ABD karşıtlığı ve içe yönelik olarak da geleneksel laikliği sahiplenip demokrasi savaşımını onunla sınırlandırsalar bile, patrona ve dinci iktidara karşı çıkmak, defterlerinin dürülmesine yol açtı.
Bu subaylar içinde, Doğu’da, 30 yıldır sürdürülen savaşın sonlandırılması için çabalayanların yanısıra, sürdürülmesini isteyenler; sol düşünceye yakınlık duyanların yanısıra, düşmanca görenler de vardır kuşkusuz. Ama bu heterojen yapı, şimdi sadece, AKP ve ABD karşıtlığı temelinde birleşip de, bu güçlere, kayıtsız koşulsuz BİAT ETMEDİKLERİ için cezalandırılmaktadır.
Google’da kısa bir gezintiyle görülebileceği gibi, evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan gizli tanıklıklar, nereden nasıl geldiği belli olmayan bavul dolusu garip belgeler, virüsle bilgisayarlara doldurulmuş kanıtlar vb... Savunma hakkının ihlali... İşte davalar böyle görülmekte ve sonuçlanmaktadır. Elbette, yine evrensel hukuka aykırı olarak kurulmuş özel mahkemeler eliyle. Emir kumanda zinciri içinde işleyen davalar...
Davaların içine sıkıştırılmış, iyice ipliği pazara çıkmış, birkaç tane fail meçhul düzenleyici ve uygulayıcısının varlığı, bu büyük oyundaki gerçeği örtemez. Yine, darbe yapıp binlerce insanın canına okuyanların, biat edenlerin özenle korunması, göstermelik mahkemelerde, demokratlık vaatleriyle oynanan oyunlar da gerçeği örtemez. Bu büyük güçlere muhalif her kesim, tehdit altındadır. Birkaç göstermelik caninin varlığına kanarak bu davaları alkışlamak, geleceği daha da ipotek altına sokmaktır.
Bu davalar, “Ben hukuk mukuk tanımam, herkes ayağını denk alsın, fermanlara uysun!” demektedir.
Kürtlerin salt demokratik istemleri nedeniyle tutuklanmalarını alkışlamak, milletvekillerinin meclisten atılmasını savunmak; subay, yazar çizer ya da diğer muhaliflerin uzayıp giden tutukluluklarını, cezasını alkışlamak çifte standarttır ve aynı oyunun figüranlığı rolünü üstlenmemize çağrıdır.
Demokratik güçlerin bir bölümü, özellikle Ergenekon tutuklamalarıyla başlayıp referandumla ilerleyen süreçte, bilerek ya da bilmeyerek, “İnsan hakları” aldatmacasına kanarak, bu güçlerden demokrasi bekleme yanılgısına düştüler. “Yetmez ama evet” diyerek utangaç bir iktidar yandaşlığına sergilediler. Ya da boykot çağrısıyla güçlü bir tepkiyi önlediler. Bu büyük bir yanılgıydı. Bu yanlışlardan geri dönüş, kimseyi küçültmez. O günden bu yana, anti-demokratik, totaliter, baskıcı yapı iyice yüzünü gösterdi. Dinsel baskı iyice arttı ve kurumlaştı.
12 Eylül’den en büyük zararı görmek, bizleri kör etmemeli. Sakın ola “İşkencecisine aşık olma” suçlamasına kalkışılmasın. Bu yolla, riskten kaçmaya çalışılmasın. İyi niyetliysek, bir yerden nemalanmıyorsak, şapkayı öne koyma, sapla samanı ayırt etmenin zamanı geldi, geçmekte.
Eğer, bugünün dünya koşullarında, her türlü etnik, dinsel, mezhepsel ayrımın, her türlü milliyetçiliğin ardındaki büyük patronu ve işbirlikçilerini göremezsek... Bunların soktuğu kamayı çıkarmayı beceremezsek... Daha pekçok kan dökülecek, daha pekçok can gidecek, pekçok sınır onların istediği gibi çizilecek.
Bu yazı, yukardaki saptamaları doğru kabul eden, tüm sınıf ve katmanların politik, demokratik örgütlerine, gruplarına, bu doğrultuda yayın yapan dergiler ve çevrelerine, umutsuzlukla köşesine sıkışmış, yurdu için sancı çeken tek tek bireylere bir çağrıdır. Gelin bunları tartışıp mücadelemizi ortaklaştıralım.
Ya hepimiz yalnızlaşıp ötekileşeceğiz , ezileceğiz ya da bir bütün olmanın yolunu bulup kurtuluş yolumuza devam edeceğiz.
Vildan Sevil
24.09.2012