İlk ve Son Günce

yazı resim

oğluma...

ey benim güneşe bakamayan esmer kuşum
bir şiire karışır gibi çocuk aklına karıştığım çiçeğim
kekredir hayat
ne şekerin tadı var içinde
ne kahvenin aroması...

biz bu şehrin takma dişlerini parmak uçlarımızla dürtüp
mikrobik öpücükleri altında
yalnızlığımızla koyun koyuna yatarız
hiçkimse sormadı yüreğimizin ne istediğini
hiçkimse görmedi başımızda esen kavakları
hiçkimse bilmedi aklımızı peynir ekmekle nasıl yediğimizi
bin parçalı yapboz oyunudur hayat
düşlerimizle tamamlayıp
örümcek iplerinde kurduğumuz salıncakla bozarız
kuş olduk kanatlarımıza takıldı kederler
bir kağıt parçası gibi katladık ruhumuzu
çekildi hayat damarlarımızdan

hayatın tadını çocukluğumda beğenmiştim
elma şekeri gibiydi
beynim su, yüreğimde uçardı kuş sürüleri
hayranlıkla baktığım büyük bahçeli evlerin güzelligi
fal taşı gibi açardı gözlerimi
kıpırtısız yüreğimle düşmek isterken böbreklerine
iyi bakılmış başı dik ağaçlara
ergen köpeklerin ulumaları öperdi yüzümü
rüzgarla yarışır gibi kaçardım, titrerdi bacaklarım korkudan...
ermezdi aklım
iç çekişlerini içkiyle öldürmekle meşkul olan babamın
dertlerine
soramazdım
yılların birikmiş kirli çamaşırlarını çitileyerek gören annemin
düşlerini
hayat ruhumdaki fazlalıkları kafama vurarak dışarı atar
bir arpayla boy ölçüşmenin derslerini verirdi bana

ilk ve orta ögrenimim
gezegenler arası dalgınlıkla geçti
hoyrat rüzgarların osmanlı tokatı yapıştıkça gölgemin ensesine
parmak uçlarıma bulaşan yoksulluğumdan emdi
kurbanlık koyunlar
kıyamazdım ölü çiçeklerin üstünde / ağıt yakarak uçan kelebeklerin
bir günlük ömrünü dünyanın terazisinde ağırlığını ölçmeye çalışmasına
bilinçli bilinçsiz eziyetimden eteklerini kaldırarak geçerdi tabiat ana
hayat avuç içindeki sıfırlarla gözümü taşlarken
bütün sayıların birbiriyle düzenli ilişkisini yansıtan boy aynaları
fizikle nasıl çakıştığını anlattı
dünya coğrafyasının genişledikçe / muhteşem egosunun sonsuz kıvrımlarını gösterdi

bıçakla kemik göz göze geldiğinde
heykel bile canlanır
yeri ve zamanı olmaz zorbalıkların
burun deliklerindeki ateş söndüğünde
güven duvarlarında soluklanır pençeleri
herşey karanlıkta saklanır
karın gurultusunda hayat çizgileri yer değiştirir
masallar yarım kalırken
bir ses tonu arar yüreği eriyen soytarılar
gözü ayrı / başı ayrı oynar, bremen mızıkacıların

siyah bir gülün yaprak sızısına dokunur gibi
dokundum yüreğine
eskimiş hatıralarımı kundakladım soluğunda
dürüstlüğünü çetin cevizlerle besleyen sincap
daldan dala atlarken
aklımın yaya geçidinden salına salına geçiyor çifte kumrular
yetmiyor zaman nabzımı yavaşlatmaya
acıyla böğürüyor son vapur
öküzün bakışları altında eziliyor tren
uğramıyor son durağına

ah bu gecelerin zürafa boynu
tutup öldürebilsem aklımdan geçenleri
ey küçüğüm
zamanın hükmü geçmez bana
aklıma eseni söylerim
beyhude mi dolanırım etrafında temizlik işçisi aklımla
biliyorum
günün birinde işitecek yüreğimin çimleri
derin gizemli adımlarının sessizligini

Sevdambeyaz
Sevda Gencer

Yorumlar

Başa Dön