Ben uyumadan önce garip bir şekilde hiç olmayacak düşler kurarım. Aslında bilirim bu düşlerin gerçekleşmeyeceğini ama yinede o düşü yaşarım bir anlık olsa bile. Gerçekmiş gibi ortamı hazırlarım kafamda, insanları canlandırırım, hatta geçen konuşmaları bile. Ama gerçek olan tek şey ise benim bunların bir anda kafadan yaratmamış olmam mesela yatmadan önce Rambo filmi izlemişsem eğer, kesin kendimi rambo yerine koyar ben olsam ne yapardım’ın üzerine kafadan seneryolar yazarım. Aslında bu daha çok tiyatro gibidir. Evet kesinlikle bir tiyatro gibi. Biraz garip geliyor biliyorum, içinizden kesin kafayı sıyırmış diyorsunuzdur, ama napayım bu böyle işte.
Yine yatmadan önce cd-player kulağımda Staind’in albümünü çalmıştım arkadaştan onu dinliyordum. Outside şarkısının melodisi çok hoştu birkaç defa daha dinleyim dedim, ama bu sefer sözlerini anlamaya çalışarak. Melodisi gibi sözleri de çok hoştu. Özetlersek şarkının sözleri insanın içini görmek ile ilgiliydi. Birkaç defa dinleyip uyuma moduna geçtim. Tabi bu arada fantezi moduna da geçmiş oluyorum.
İlginç gelmişti insanların içini görebilme gücü. Yani gerçek kişiliklerini, yalan söyleyip söylemediklerini öğrenmek. Hatta sevgilinizin size ne kadar sadık olup olmadığını ya da size ne kadar dürüst olduğunu öğrenmek. İşte bulmuştum! Fantezi tiyatromun o geceki konusu çıkmıştı.
Harıl harıl fikir üretmeye başladım, aslında fark ettim de neden gerçek yaşamda ki gibi olmasındı? Hatta benim yaşamımda olabilirdi. Evet ortam hazırdı ama kişiler. Eee, olay gerçek yaşamda geçiyorsa insanlarda gerçek olmalıydı. Buda bendim, ama benim bir çıktığım yokki. Aaa, bu durumda senaryoyu biraz değiştirmeliydim. Çevremdeki insanlarla ilişkilerimi konu aldım. Artık her şey hazırdı ve perde açıldı:
Yine bir okul günüydü, sabahın köründe doğduğuma pişman bir halde hayatı sorgularken birden hatırladım ki okul günüydü. Kalkıp yine düzenli bir şekilde 5 dakika acil tuvalet ihtiyacımı giderdikten sonra 10 dakikalık süslenme zamanım vardı( niye süsleniyorum onu da anlamıyorum ya eşeğe altın semer vur yine eşek!) sonra kahvaltı yaparken birden fark ediyorum ki geç kalmışım. Kendimi pencereden zor atıp servisi yakalıyorum. Servise binip her zamanki selamlamamı yapıyorum. Şoförün yanına oturuyorum.(bizim serviste şoför koltuğunun yanında bir de ilave koltuk var işte ona oturuyorum.) Şoförle muhhabetim iyidir. Ama saygılı adamdır laf etmez kimsenin yüzüne karşı. Kafamı yana çevirdim çantama eğildim. Biri ana avrat küfrediyor. Ühüüü hemde nasıl. Baktım kimsenin ağzı kıpırdamıyor. Dedim kendi kendime bir yanlışlık var diye. (zaten kıpırdasa senaryo olmaz salak!) Sonra okula gittim. Bizim bir matematik hocamız vardır efenim, nasıl diyeyim bilmem tam bir pislik. Yani kurtarma sınavı yapar kurtarılacak sınavdakinden daha zor sorar. Neyse böyle bir adam işte, ben ona sinir olurum o da bana. İlk derste onundu. Girdi içeri, selam verdi, oturdu yerine. Problem hızlı çözerim ben o kadar aptal olmama rağmen ama hiç saymaz hoca. Yine kalktım tahtaya çözdüm bir problem. Sonra ne oldu hoca arkadan bana bakarken içinden de ne sövüyor bana ühüüüü üh... İşte o zaman anladım ki insanların içlerinden ne söylediklerini anlayabildiğimi.(Bu arada ben bu olayları yaşarken bir yandan da felsefesini yapıyorum kendimce...) Sonra arkadaşlarımla birden top oynarken buluyorum kendimi bir pas geliyor bana bir vuruyorum topa aga, kalenin dibinden outa. Birde bir laf kalabalığı, tek anladığım şey anamın adının geçtiği.
(Bide her şey gerçekte bu olaylardan çıkardığım sonuçlar oluyor.)
Benimde bu olaydan çıkardığım sonuçlar hiçbir zaman milletin içini eşeleme, çünkü bulacağın şey senin bulmak istemeyeceğin bir şeydir. Bu doğru ya da yanlış ben bunu size bırakıyorum bide oturup siz düşünün bakalım. Eğer benle paylaşmak isterseniz e maelim: y_cilek@yahoo.com