Dolunayın, esrarlı ışığıyla dünyayı uyuşturduğu, bulutsuz bir geceydi. Bir de adam vardı gecenin içinde, mezarlıkta... Etraftaki tek canlı insan ve tek canı sıkılabilen; sıkıntılarını en iyi ölüler anladığı ve yaşayanların içinde güdük kaldıkları için buradaydı. Yaşayanların gerçekliklerinin elinden tutmuş SAYGIN sebepleri vardı; daha fazla kazanmak, daha çok tanınmak veya daha çok hükmetmek... Adamınkiler ise cadde de terkedilmiş yetimlerdi; çirkin ördek yavruları. Kendilerini evlat edinecek gerçekleri bekliyorlardı. Soğukta Yoksa Fazla düşünme kafayı yersin. sınıra mı ulaşmıştı?
Toplamıştı önüne insanlık tanrılarının ikonlarını: Onur, ahlak, güzellik, cesaret, temizlik, vs vs Hadi konuşun benle. Ne verecekseniz verin şimdi?diye soruyordu. Konuşmadan cevapladılar: sadece bağlılık. . Şimdiye bir şey bırakmıyorlardı; hep gelecekte İyi ama, ya sonunda ne olacaktı? Çok severlerse belki Olimposa odacı yaparlardı. Ne şeref ama!...
Bir mezar taşına yaslanmış, bir sebep arıyordu düşüncelerinin yordamıyla. Fakat bulduğu sadece karanlık... avuçladığı karanlık... her yer buz gibi karanlık. Bir ışık olsaydı ruhunu aydınlatabilen... ya da bir yıldız yönünü bildirebilecek! Kim serecek önüne yaradılışın haritasını, görebilsin diye kendi yerini.
Bilinci uyuştu. Karanlık demleniyordu içinde git gide. Uyumamalıydı... Yoksa... yoksa...
Yutulmaya başlandığı karanlıktan, ayın salep kıvamındaki ışığı uyandırdı. Gözünü açtığında düşünceleri kamaştı ışıktan, "günaydın!" dedi geceye, şaşkınlıkla. Ay gülümsedi, yıldızlarda... Adam aldırmadı buna; zaten mutsuz bir dolunay hiç görmemişti. Gece ne kadar karanlıksa ay ve yıldızlar o kadar mutlu, çevrelerini saran karanlığa rağmen.
Gökyüzünü seyretti uzun süre; ışığı ve ışığı örtemeyen karanlığı. Tüm soruların cevabı gibiydi gökyüzü. Ya da yap-bozun bitmiş hali: Işık kazanmıştı, karanlık kaç yerden yaralıydı. Aşağıdaysa parçalar her yerde, darmadağın, silik. Kendisi ışık olsa hangi karanlığı delecekti. Ya da tek bunun için miydi tüm savaş: Bakalım delebilecek misin. Aferin! Sıradaki?
"Kim yardım edecek bana?"
Onu bir tek dolunay duydu. Yıldızlarsa... Onlar Tanrı''nın ateşine sahip olmuş ermişlerdi; insanlardan uzak, sonsuzluğa yakın. Aysa bizim gibi, kaderimiz olan dünyanın gölgesinden kurtuldukça mutlu...
Dolunay, ''beni takip et'', dercesine ay parçacıklarını döktü önüne. Adam tereddütsüz peşinden gitti ışığın.
Bir güne bakan tarlasına vardılar. Dolunay ışığıyla örttü üzerlerini. Bir ürperti esti bükük boyunların arasından, bir fısıltı dolaştı kökten köke, yaşam hücum etti topraktan gövdeye. Başlar ağır ağır dikildi, binlerce çakır göz açıldı geceye. Dinlediler sevgilileri güneşin vahyini getiren meleği, rüyada gibi...
Adam büyülendi gördüğü manzaradan. Gece ve Dolunaya bakan günebakanlar... Daha önce aşkı anlatan böyle güzel bir resim görmemişti.
Oradan ayrıldıklarında, arkalarında boynu bükük yürekler bıraktılar. Adam anladı ki onlar için aşk, yeni başlayan gün demekti.
Yorulduğunda dolunay, dinlenmek için bir bebeğin düşlerini seçti. Ruhu henüz meleklerin velayetinde, düşleri temiz suların düşleri kadar saf. Öyle masum ki!.. düşlerinde dinlenen ışığın farkında bile değil. Birlikte uyudular, aynı anadan doğmuş kardeşler gibi. Ilık nefeslerini birbirlerinin yüzlerine üfleyerek...
Bir zamanlar ışığın kendi düşlerinde de konakladığını anladı; karanlık mesafeler henüz onları yabancılaştırmadan önce. "Sana tekrar kavuşmam için beni yetişkinliğe ulaştıran yolu geri mi yürümeliyim?.."
Dolunay '' hayır '' der gibi yoluna devam etti. Gece olmasa yıldızlar görünmezdi.
Bir denizin kıyısına vardılar el ele. Dolunay adamı kumsalda bıraktı. Kendisi ipekten eteklerini sürüyerek denizin sahnesine çıktı. Tüm dünya sus pus oldu; bir müsamerenin başlangıcı gibi.
Bir ışık yağmuru başladı, bardaktan boşanırcasına. Sonra dalgalarda bir telaş; koşturup gittiler kıyılardan. Denizin göğsü kabardı...
Birbirlerinin üzerinden ellerini uzatıp kadehlerini ışıkla doldurmak için yarışıyorlardı. Kutsal bir ayin gibi, kadehler elden ele dolaştı durdu, ışıktan sarhoş oluncaya kadar...
Artık dalgalar kendinden geçmişlikle sallanıyor, suyun diliyle ilahiler söylüyordu. Dolunaya baktı. Oda kendinden geçmiş, denizin üzerindeki görüntüsünün seyrine dalmıştı.
Adamın ruhu tan vakti gibi ağardı. Artık anlıyordu; eşsiz güzelliğin tek ihtiyacı: aynaydı. Aynaların en güzeli de, bir sevgilinin yüreği. Orada gördüğü sadece yansıması değil, güzelliğinin aşkın elindeki sanatıydı. Ve ayna olabilmenin şartı da tertemiz bir ruha ve ruhunun arkasındaki sırlara sahip olmaktı.; deniz gibi... Denizin ödülüydü bu sarhoşluk. Bu sarhoşluk içindi her şey.
Bunun için mi bu kadar çok su var... ve bunun için mi su, su oldu?
Adam yaşamın sudan başladığını duymuştu. Şimdi de suya ilham veren aşkı anlıyordu. Ruhu iyice aydınlandı. İlk kez ışığın kendisini gördü. Tüm vücudu ürperdi:
"Demek bunun için bu kadar çok insan var!"
10.03.2002