Küçükken hayatın zorluklarının tümünün,
eriyen bir dondurmadan ibaret olduğunu zannederdim.
oysa ne kadar da zormuş büyüdüğünü hissetmesi insanın,
karşıdan karşıya geçerken artık elimi tutmayışından anladım
...
güven denilen o şeyin aramızı bozmaya başlaması,
sinirlerimi de bozuyordu.
Eskiden gittiğim her yerde
arkamda senin var olduğu hissiyle hareket etmek,
otobüste sana tutunarak gitmenin rahatlığı,
meğer hepsi nasıl da anlık duygularmış..
gittiğim hiç bir yerde yoksun şimdi,
otobüs biletimi de kendim basıyorum.
ama bazen o kadar yoruluyorum ki,
yapmak istediğim tek şey ayıcıklı pijamalarımı giyip,
dizinde uyumak hissi oluyor.
İşte o zamanlar da saatin işleyişi,
bana hep;
karanlığın bir oyunu gibi gelmiştir..
oysa;
ne kadar da aptalmışım komşu çocuklarından korkarken,
her gece saat 12 yi vurduğunda külkedisi aklıma gelip ağladığım da,
nasıl da masummuşum?
söylesene anne, banane ki rapunzelin o pırasa saçlarından?
eline silah alan türk genci kendini polat alemdar sanarken,
ben çocukluğumu senin kollarında büyüttümüşüm..
şimdi çözmek zorunda olduğum birkaç x değeri var,
halletmem gereken gönül işlerim..
-yoluna sokmam gereken berbat bir hayat..
anla anne,
babamı özlemişliğim var benim..
istediğim zaman ona dokunamamanın verdiği eziklikle,
güçlendiğim saatlerim var.
hayatın anlamını anlamanın verdiği acıyla
yazıyorum bu son satırları,
eğer izin verirsen yarın ölmek istiyorum meleğim.
BELİNA ÖZBEK