Dokuz aya varmadan bir hüzün doğacak. Kimse bilmiyor. Bebeğe değil, karna değil;döle hiç değil, kromozom üleşmemiş bir uzaklığa aşerdi(ler) senelerce. Birinin karnı acıya, diğerinin uzaklığa durup durdu; yürüyerek.. “Karınları burunlarında” tanımlamasını seneler önce aştı onlar. Karınları hep acıya yakın kaldı belirsiz argümanlarda. Sevemediler matematiği. Ama çalışsa yapacaklardı. Kim bilir işte, nedensizce canları istemedi çalışmayı. Çalışmadılar, geçersiz nedenleri vardı, geçersiz oldukça sınıflardan geçirmeyen nedenler..
Her sınav sabahı “çalıştın mı” sorusuna “biraz” deyip, sınav çıkışlarında “nasıldı” dayatılmasına “ehh işte” diyenlerden oldular. Bir şeyler doğacaktı dokuz aya varmadan. Ama öyle sesli mutlulukları akşam sofralarına getiremeyen bir şey. Oturup çok Avrupalı bir ansiklopedi telaşına düşüremeyen; isim, burç, meslek öngörüleri yapılamaz bir şey. Neydi ki o şey?..
Kimse bilmiyor. Çok aşikar da bilinemiyor, görülse anlatılamıyor, dermansız bırakılan kanamalar akıtıyor ki; kadının benzinde atmış bir benizsiz suret duruyor, adam bu suretsizliğe neden bulamadan içiyor. Sarhoşluğunu gidermek için içiyor, sarhoş olmak için değil…
Dokuz aya varmaz doğar. Pat diye anne yapan bir hayatın tam kıyısında güm diye gelmiş babalıkların beceriksizliği olur hep. Tam karşıdan geçenleri görmez olacak kadar insanlıktan dahi soyutlanırsın bazen. “Görür de görmezden gelir” tanımı buralardan gelir Bu denli ahmak yol başlarından..
Onsuz yaşayamam denir de yaşanır evelallah. Her giden için kefenlenir de çok şey, yaşarsın yine. Kaç ölümlerden geçer ömrümüz. O denli kere kelimesini tüketir ki yokluk.. Yaşanır yine. Onsuz yaşanır. En çok onsuz yaşanabilir.
Ve bu dokuz aylık gebelik hali..
Öyle kapının önündeki yeni kokulu çantaya kadın bağı doldurularak önlem alınacak şey değil. Pembe bakkal emziği değil, mavi zıbın, sarı pazen battaniye, ponponlu hırka, alkolsüz PH değeri evvelden hesaplı ıslak mendil değil!.. Hiç değil…
Karnını tutup “beni duyuyor musun küçüğüm” dedirtmez!
Klasik müzik dinletip “ben farklı anne olmalıyım” fikrine prim yok!
Düşürmek için kaldırabileceğin bir ağırlık tanımlaması kainat sınırlarında
Sınır ötesinde de hatta yok!
Dokuz ay olmuş!
Dokuz ay..
Mart, nisan, temmuz, ekim hatta kasım
Aklının kazınma ağacında ilk “çıktıklarını” asla unutmadan kazımış kızlar, indiklerini nerelere kazırlar?... Aklına takıyor insan, gerekli gereksiz, şuurlu şuursuz meraka gark olabiliyor bu denli salaklıklara zaman zaman..
Oturup hesaba vuracak kadar, kasımlardan temmuzlar yamalayacak, insanlarla kavgacı olabilecek kadar…
Bir yazıda “kadar” kelimesini çok kullanmaktan esefli, umarsız, arsızlıklarım ve edebi yoksuzluklarım var, yokluk olacak kadar..
Savunamam artık
En çok ben savundum
En geç ben tiksiniyorum
Neye yarar dersen
Hiçbir halta diyecek kadar yürekli olmalıyım annemin öğrettikleri ve emekleri hatırına
Düşünki bir yol, hepsi motorlu taşımacılıktaki tasarruf yanlıları, ben koşmaz adım vardım, lanet olsun ki onlardan, konuşup, “görürsün bak” dediklerinden bir adım ötesine uzanamadım
Artık savunmayacağım
Hepsi haklı…
En uzun ben direndim
Ama en kocaman ben tiksinmişim
Kusamayacak kadar
Susamayacak
Konuşamayacak
Bağıramayacak kadar büyükçe
Ben tiksinmişim meğer..
Dokuz aya varmaz! İlk ayları epey kusmuklu, sancılı geçer de sonrasında burun ve karın mesafende gelip gidecektir ya hani zaman. Kader kadar, kadarlarında barınmaya hiç de hevesli görünmeyen keder kadar…
Bir kadın bağı telaşını yeni kokulu bir bebek çantasına koymakla başlıyor aslında o bütün muamma. Her bebek, günüyle bağıl bir yolda kanlı ömürlerden geçecek, gelirken kana buladığı yollar, dönerken bir bağ ile çözülemeyecek!
Dokuz ay olmuş
Kromozom sayım da tespitsiz bir muamma!..
Korkma bebek, sancım bağır çağır ölçüde sessiz
Korkma
Doğuma çok var daha..
Sarahatun Demir