Kar Neden Yağar Kar?

Kar altında yürümekten bir tek tipi olduğu zamanlar vazgeçerdim. Zorlandığımdan, üşüdüğümden ya da rahatsız olduğumdan değil! Doğa ananın en güzel gösterilerinden birinin tipi esnasında ortaya çıktığı düşündüğümden vazgeçerdim.

yazı resim

Kar havası vardı ve titriyordum. Soğuktu, kar yağsaydı. Kar yağsaydı ısınırdım. Üstelik keyfim de yerine gelirdi. Belki tipi bile olurdu. Kar altında yürümekten bir tek tipi olduğu zamanlar vazgeçerdim. Zorlandığımdan, üşüdüğümden ya da rahatsız olduğumdan değil! Doğa ananın en güzel gösterilerinden birinin tipi esnasında ortaya çıktığı düşündüğümden vazgeçerdim. Tipi başladı mı, hele ki ben sokaklarda yürürken başladı mı keyfime diyecek olmazdı. Bir süre, burun üşüten sert rüzgarı, suratıma batan kar tanelerini hissettikten sonra kendi halinde bir mekanın cam kenarına kurulmuş kendi halinde masalarından birine otururdum. Eldivenlerimi çıkarıp masaya koyar ve avuçlarımı ovuşturarak ısınmaya çalışırdım. Bu sırada mekana girerken istediğim kahvem önüme gelir, kokusu burnuma dolmaya başlardı. Sıcaklığı yavaş yavaş yerine gelmeye başlamış iki elimle kahve kupasını sarar ve onu, ağır ağır önce burnuma sonra ağzıma götürürdüm. Kahvenin önce kokusunu almalıydım. Almalıydım ki dilim karşılaşacağı tada hazırlıklı olsun, tat tomurcuklarım sıraya dizilsin, kravatlarını düzeltip önlerini iliklesinler. Sıcak suyun içinde çözünmüş kahveye gereken saygıyı göstersinler ve ondan, almaları gereken en yoğun tadı alsınlar. Böylece ben, kahveye gereken değeri vermiş olduğumun bilinciyle gülümseyerek kafamı dışarıya yöneltip tipiyi izleyebileyim.

Tipi ne zaman olsa sokaklarda gezinen insanların sayısında muazzam bir azalma olurdu. Güzelim havalarda öylesine yürüyenler yerlerini sokakları sadece bir binadan bir diğerine gitmek için kullanan insanlara bırakırdı. Böyle zamanlarda Ankara’nın normal havalarda adım atacak yer bulunamayan, vahşi bir koşuşturmacanın vuku bulduğu Karanfil Sokağı ve Konur Sokağı’na, durağan bir telaş hakim olurdu. Beraber yürüyen insanlar pek konuşmaz, sadece yola odaklanırdı. Zorlanarak yürünülen yola tamamen odaklanmak daha kolaydır. Eğer yolda engel yoksa dikkatler dağılır; yol, odaktan çıkar. Normal zamanlarda biryurttanseslerkorosu oluşturan insan sesleri, bu zamanlarda susar; sokaklarda adımlaraltındaezilenkar sesleri çınlardı. İşte böyle zamanlar Ankara’nın öyle usulca, çıt çıkarmadan, sadece yaşadığı ender zamanlardır. Ben de Ankara’nın nasıl yaşadığını izlemek için böyle mekanlarda otururdum. Bazen kulağımda kulaklıklarım olur; müzikçalarımdaki en sakin ve en kemanlı şarkılar kulağıma dolardı. Hatta oturup kitap okumuşuluğum bile olmuştur. Çünkü tipi olduğunda Ankara öyle sakin olurdu ki kitap okuyacak dinginlik ruhunuza doluverirdi hemen.

Kar kokusu vardı ve titriyordum. Soğuğu hissetmemek için daha hızlı yürümeye başladığımı farkettiğimde Ziya Gökalp Caddesi’nden Karanfil Sokağa dönüyordum. Buraya kadar süren yolu hangi arada yürüdüğümü farketmemiştim bile. Kendimi birden bu köşede bulmuştum. “Demek ki düşünmüşüm dedim. Çünkü düşününce hep böyle olurdu.”* Bu duruma daha sonra Karanfil Sokak bittiğinde ve Tunalı Hilmi Caddesi’nin ortalarında bir yerlerde de düşecektim. Üstelik bunu her farkettiğimde neler düşündüğümü hatırlamaya çalışacak; fakat başarısız olacaktım. Seğmenler Parkı’ndaki banklardan birine oturduğumda bunun üzerine daha fazla düşünmemeye karar verdim. Nasıl olsa yine hatırlamayacaktım. Havanın soğukluğuna rağmen terlemiş olduğumu farkettim. Demek ki epey hızlı yürümüştüm. Nefes nefese bile kalmıştım. Önce sadece dinlendim. Nefesim normal hızına ulaştığında güzelim çimenlerin güzelim kokularını içime çekmeye başlamıştım bile. Belki yeni sulanmışlardı da ondan böyle kokuyorlardı. Ayrıca kışa rağmen sahip oldukları yeşilin tonu çok güzeldi, canlı bir yeşildi. Bir süre bankta oturduktan sonra bir süredir gözüme çarpan o kalın gövdeli çam ağacının yanına gidip toprağa dokundum. Islaktı. Bir süredir yağmur yağmadığına göre demek ki gerçekten yeni sulanmıştı. Aldırmadım ve toprağa oturup sırtımı deminden beri beni çağıran çam ağacının kudretli gövdesine yasladım. Avuçlarımı toprağa bastırdım ve gözlerimi kapattım. Doğa Ana’nın sevgisi avuçlarımdan içeri girip kollarımda ve ardından bütün bedenimde dolanmaya başlamıştı sanki. Kalbimin ne kadar mutlu ve güçlü attığını hissedebiliyordum. Her şey çok güzeldi. Varolmak çok güzeldi.

*: Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay.

Başa Dön