Cam bir kafes içine koydular dün gece resmini;
“Köşküdür burası” dediler,
inanmadım.
Gemilere verdiler adını sonra,
Fırtınadan bir ışık hüzmesi görünüyordu sadece sokaklarda;
Tıkamıştı her yanı gümüşten bir perde,
Nedense
Gazetelerde bile göremiyordum seni...
Cam bir kafesteydin belki!
Seni, sen yapan değerlerin vardı;
Yeni inanışlara açık değildi kapın.
“Gemilerin karaya oturdu” dediler sevgili;
yetişmek istedim kurtarmak için,
beceremedim...
küçük bir çocukmuşsun:
-öylesine haylaz ki-
ama ne ben görebilirmişim,
ne de sen gösterirmişsin yüzünü...
gemiler Kuzguncuk etrafında okkalı bir küfür yerler CAN BABA’dan;
sen kafesinde onu ayıplarsın.
Bilmezsin onun ne olduğunu,
Ya da kim?
Fırtınada kaybolan aşıklar,
Bir sahil lokantasındadır Kireçburnu’nda...
Midye tavayla bira içerler;
Cırcır olurlar!
Şişelerini kırarlar yollarda hiç çekinmeden biraların.
İşte, işte o cam kırıkları batar kedilerinin ayaklarına:
“kedilerin gözü keskindir” dersin,
“canı dokuz...
neyler ki onları birkaç cam kırığı?”
gemiler karşı kıyıya yanaşır sevgili;
ve selam durur kız kulesi sevdalılarına...
sonra da göçüp giderler işte bolşevik illerine.
Koparıp götürürler beyaz atlı rüzgârları...
Sense kıpırdatmazsın bile kılını!
G e m i l e r . . .
R ü z g â r l a r . . .
Y a s a k l a r . . .
Bolşevik sevgilim benim;
-fırtınalar vadisindeki zambağım-
duysam da inanmam “kediler kemirmiş o ak pak tenini” diye:
k a n ı n b a n a k a l s ı n !