Süzülmek ya da süzgün durmak üzülmenin karesi gibiydi; öyle işliyordu kadının ciğerine. Boynu bükük, bağrı yanık, -sanki tecavüz kurbanı gibi- öylece oturuyordu sokağın kuytu bir kenarında. Kara gözlerini kimselere göstermeyip, kendine saklıyordu. Ego vardı biraz ruhunda ama göstermemeye hakkı vardı o zeytin gözleri...
Saat, sabahın sigarasını gösteriyordu ki sokaklarda ateş yanıyordu... Yanıbaşında trilaylom ezgiler, can sıkıntısı sevişmeler... Kafa kağıdını aradığı bir rüyada gibiydi İstanbul.
Yanı başında uzun saçlı, ince ruhlu, “abe fal bakam” cinsi bir çingene boylu boyunca uzanmıştı. Gözleri, gözlerine bakacak bir ikinci tekil şahıs arıyordu ki birden o da İstanbul’a özendi:
“Adam acımasız, kadın bir yerlerden tanıdık, filmse epey eski –kopmasa iyidir-... Neyse ki izlemeye değer iğneli ayrılık diyalogları koymuş senarist:
-Seni seviyorum, diyordu kadın. Ve severken de sevilmek hakkım. Küçük bir fedakârlık istiyorum senden! N’olur...
Adamın konuşmaya hâli yoktu ki zaten:
-yıldızlar, martılar, anılar falan... mutsuzluk, yalnızlık, fedakârlık filan... ayrılmak, sevmek vesaire...
-Açık konuş lütfen, diye diretti kadın. Ne yatıyor sözlerinin altında? Konuşman yastık altı! Anlamlı cümleler kur, n’olur! Sentaksı akıcı olsun...
- Konuşmak, yastık, sentaks filan...
-yapma artık şunu, diyerek sinirlendiğini dile getiriyordu kadın. Zaten hüznüm var ayrılıklardan ve özrün yok biliyorum diyalogdan... doğru dürüst bir şeyler söyle! Be bileyim; bir şiir oku “ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda” şairinden.
-Diyalog, Şiir, Orhan Veli filan...
-Gelişme kaydettin doğrusu Orhan Veli’den. Ama anlam özrün! Sevmeyi anlat şimdi, haydi!
-Ayrılmak yatar her zaman sevmek yalanının altında... Tüm yalanlar bir asit yağmuru gibi üzerimize yağmakta. Ah, özrüm kabahatimden de beter, biliyorum ama ayrılık... Ayrılalım, yeter.
-Ne kolay söyledin “ayrılık” sözcüğünü! Nasıl ayrılırsın benden? Dur, gitme; yönelme kapıya! Bilmez misin ne kötülükler bekler seni o kapının ardında? Bilmez misin ben korkarım yalnızlıktan? Hem ne oldu bizim büyük aşkımıza?
-Yalan oldu, diye kestirip attı adam!
Perde, kıskanç ve hüzünlü bir ayrılıkla kapanıyordu böylece...Kadın korkularda!”
Uyandığında bir hareketlenme gördü çevresinde. Ateş hâlâ yanıyordu sokaklarda... Beyaz bir torbaya soktular polisler yanındaki çingeneyi. Etrafta “soğuktan donmuş olmalı”bakışları vardı. Kadın yattığı yerden ve umursamadan:
-Aşktan öldü, dedi.
-Neden, diye sordu polisler?
-Bizim oralarda hep aşktan ölünür!
Aşk Ölümsekti...
Kuşluk vaktiydi... Ölmenin tam sırasıydı...