Sinema seyircisini etkileyen filmler şöyle bir değerlendirmeye alındığında, iki faktörün öneminin ortaya çıktığını görürüz. Fellini, Hichcock, Spielberg gibi usta yönetmenlerin adları bir tarzla birlikte hatırlanır. Geçmişin klasikler arasına girebilmiş filmlerinin çoğunda yönetmen ağırlığının ortaya çıkması, sinemadaki seyrin yönetmenin belirlediği starlar üzerinden gittiği izlenimi uyandırır. Tarantinonun elini attığı hangi film olursa olsun, baştan sona değişik bir hikayeye hazırdır izleyici. Kubrickin insanları şaşırtmayı amaçlayan filmleri arasına normal sayılabilecek filmler koymak zordur.
Yönetmen, oyuncu ya da konu
Tarz yönetmenleri hem Avrupa sinemasında hem de Hollywoodda bir gerçekliği ortaya çıkarmaya yardımcı olur. Yedinci sanat ustaların yönlendirmesiyle bir çap kazanmış, aşılamaz filmler ortaya çıkmıştır. Sinemanın bugün geldiği noktada sürekli eskilere atıfta bulunulması, usta işi yapıtların yeniden çekilmesi bize sinemanın durduğu temelin hangi yönetmenlerce güçlendirildiğini ortaya koyuyor. İş sadece yönetmenle bitse iyi. Dünya çapında sayabileceğimiz pek çok starın ortaya çıkışında yönetmenlerin etkileri olmakla birlikte oyunculuğun güçlülüğü de iyi rol oynamış, geçmişe ve bugüne baktığımızda. İyi oyunculuk pek tesadüfi bir şekilde ortaya konmamış, süreklilik oluşturmayan performanslar silinip gitmiş. Sinema tarihinde birkaç filmle zirveye çıkan ve daha sonra kaybolan pek çok oyuncuyla karşılaşmak mümkün. İzleyiciyi bağlayan, yeni filmler için yönetmenleri teşvik eden güçlü oyunculuklar sergileyen yıldızlar, sinemaya her devirde çok şey katmayı başardılar. Mel Gibson, Bruce Willis denildiğinde ortak kanaatler onların oyunculuğunun seviyesini ve kendilerine özgü tarzı işaretliyor.
Yedinci sanat sadece yönetmen sineması ve star sistemine bağlı olarak mı gelişiyor? İşlenen konunun öne çıktığı, oyuncuları ve yönetmeni geride bıraktığı filmler yok mu? Olmaz olur mu! İşte size festivallerden ve gösterimden iyi bir örnek: Tanrıkent.
İyi olmak ya da olmamak
Film, 1960ların Brezilyasında Rio kentinin tehlikeli bir eteğinde kurulan bir gettoda yaşananları anlatıyor. Tarantinonun her biri hesaplanmış sahnelerinden fışkıran şiddet gösterimi bu filmde doğal bir akış izliyor, seyirciyi gerçekle kurmaca arasında dolaştırmadan doğrudan şiddetin kaynağına yöneltiyor.
Brezilya, 1960'lı yıllar. 11 yaşındaki Rochet adlı çocuk, Rio kentinin eteklerindeki tehlikeli bölgede yaşamaktadır. Kendisinden büyük arkadaşları ile birlikte yoldan geçen kamyonları soymaktan, her türlü hırsızlığa kadar çeşitli suçlar işlemektedirler.
Bir gün otelde soyguna girişip cinayet işlerler ve polisten kurtulmak için hepsi kayıplara karışırlar. 1970'li yıllara geldiğimizde içlerinden birisi şehrin en tehlikeli uyuşturucu çetelerinden birinin lideri olmuştur. Bir başkası ise fotoğrafçı olmanın hayallerini kurarak, şiddet içindeki bölgede hayatta kalmanın yollarını aramaktadır. Bu ikilinin yolları kısa zaman sonra kesişecektir.
Filmi kısaca böyle özetlemek mümkün. Filmin iki yönetmeni var. Katia Lund ve Fernando Meirelles. Tanrıkentin oyuncuları bir çırpıda sayıldığında tanınabilecek isimler değil. Çünkü oyuncular yerel amatör tiyatrolardan oluşturulmuş. Yani izleyici filme giderken yönetmeni ve oyuncuları hesaba katmadan gitmek zorunda. Öyleyse filme güvenme şansı azalıyor. Bilakis hayır. Tanrıkent, izleyiciye sinema diliyle bir şeyler anlattığı gibi sosyolojik bazı gerçekler de sunuyor.
Tutunamayanların öyküsü
Gettonun ilk oluşumunda evlerin bir arazinin ortasına yapıldığını, altyapısız bir yerleşim öngörülerek insanların bir araya getirildiğini görürüz. Hayatta hiçbir tutunacak dalı olmayan ve ağırlığı zencilerin oluşturduğu yerleşim yeri problemlerini kendi çözmek zorundadır. İlk başta farkedilmeyen çarpıcı bir gerçek gizlidir sokaklarda. Şiddet belli bir yaşı beklemeden altı yaşındaki çocukların ellerindeki tabancalara kurşun yetiştirmektedir. Toplumu temelinden sarsabilecek bu gelişme ebeveynlerin bütün ağırlığına rağmen kendi yoluna bildiği gibi devam eder. Rioda bir olay olduğunda suçlu ilk olarak Tanrıkentte aranır, bataklık olarak görülen şehre baskınlar düzenlenir. Çocuklardan oluşan çetenin yaptığı soygunlar bir zaman sonra acımasızca insan öldürmeye kadar dayanır. Günlük yaşam gittikçe zorlaşmış, psikolojik rahatsızlıkları üst seviyeye ulaşmış çetecilerin sokak ortasındaki kavgaları iki farklı taraf oluşturmuştur. Baştan sona tempolu giden film, Tanrıkentte suçun içinde büyüyen bir çocuğun fotoğrafçı olma macerasını anlatıyor. Tek yapabileceğin iş çetelere girip soygun yapmaksa ne yapabilirsin?
Çetelerden uzak dur!
Film aslında birtakım ahlaki sorgulamaların çok zor bir dönemde başarılıp başarılamayacağını sorguluyor. Okula gitmek, erkeklikten kaçmak olarak algılanıp küçümseniyorsa, eline birkaç kuruş geçmesi engelleniyorsa yapabileceğin daha iyi ne vardır? Bütün bu kötümser tabloya rağmen çetelerin içinde ama çete dışında kalan çocuk istediğini elde edecek ve bir fotoğraf makinesine sahip olabilecektir. Çetenin iyi elemanı artık sevdiği kızla sakin bir yere çekilmek istemektedir. Verilen bir partide bir çocuğun, babasından çaldığı fotoğraf makinesini satın alır ve fotoğrafçılık hevesi olduğunu bildiği arkadaşına verir. Çetenin lideri Ze, arkadaşının kendisinden ayrılmak istemesinin verdiği kızgınlıkla makineye el koyar. Bu arada müzik hızlanır ve Zeyi öldürmek isteyen diğer çetenin elemanı kendine yeni bir hayat seçen Zenin en yakın arkadaşını vurur.
Çocuklar ve çeteler
Benenin fotoğraf makinesinin yeniden eline geçebilmesi için çetenin son savaşını yapması gerekiyordur. Ortalığı daha büyük bir şiddetle kana bulayan Ze, büyük bir gövde gösterisine ihtiyaç duyar. Gözü medyadadır. Ellerindeki silahlarla yaptıkları gösterinin fotoğraflarını Benenin çekmesini isterler. Makine de artık onundur. Bene çektiği resimleri gazetecilik hevesiyle gittiği, çalışanları izlediği ve bir gün fotoğrafçı olmayı hayal ettiği gazetenin laboratuarına getirir. Akşam gazete dağıtımı yaparken kendi çektiği fotoğrafların birinci sayfadan büyükçe verildiğini görür. Zenin kendisini öldürtebileceğini düşünmektedir. Gazete onunla bir anlaşma yapar ve o artık hiçbir gazetecinin giremediği Tanrıkentin sokaklarına bir gazeteci olarak gider. Filmin müthiş denebilecek final sahnesinde Bene, bir yanda polisler bir yanda çeteler tarafından sarılır ve kıpırdama imkanı kalmaz. Makine işlemeye başlar çeteyi çeker, sonra da polisleri. Bir şeyi daha yapar Bene. Polislerin Zeyi bütün parasını vermek şartıyla serbest bıraktıkları anı da fotoğraflar. Ortalık sakinleştiğinde Ze, küçük çocuklara yeni soygunlar yapabileceklerini, toparlanıp yeniden büyüyebileceklerini söyler. Dört beş yaşlarındaki bir çocuk henüz Zenin ortaya çıktığı ve silah kullandığı yaşlarda- silahını Zeye doğrultur ve tetiğe basar. Bu acı ana Bene tanık olur ve film boyunca bütün bu şahit olduklarını izleyiciye anlatır. Şunu der Bene: Bu şiddet yine devam edecek, çocuklardan oluşan çetelerle devam edecek!
Tanrıkenti izlerken teröre bulaşmış, bir şekilde şehirleri kana bulayan ve acımasızlığını ispat etmek istercesine canavarlaşanları düşündüm. Bütün bunlar bir amaca bağlanıyordu. İnsanın içindeki canavar açığa çıkmak için bir sebepler zincirinin oluşmasını bekliyor. Şiddeti anlatan film, izleyiciyi şiddetten nefret ettiriyor. İnsanlara, şiddetin kaynağına eğilerek önlem almaları gerektiğini fısıldıyor.
Ne çok acı var
Sinemanın hakimiyet alanına giren pek çok acımasız olay gerçekleşti bu yaşlı dünyada. Brezilyadan gelen bu örnek ilk değil, son da olmayacak. Diktatörlüklerin, işgallerin, başkasının toprağına malına göz dikmenin getirdiği felaketler bir şekilde sinema perdesine inmeye devam edecek. Sorunları gittikçe daha çok büyüyen modern insan, yaptığı konutun biçiminden insanları yönetim şekline kadar pek çok konuda yeniden kendini sorgulamak isteyecek. Sinema gerçekleri ortaya çıkaran ayna olmaya devam edecek.
İstanbul Film Festivalinin İnsan Hakları diye bir bölümü var. Farklı ülkelerden gelen filmler burada bütün insanlığa ibret alınabilecek şeyler söylüyor. Tanrıkent, festivalde izlediğim filmleri hatırlattı bana.
Şair Ne çok acı var demişti. Acı makaralara sarılıp film makinalarında döndükçe daha çok paylaşılıyor. Suç ortamında kendine bir yol çizebilen Bene insanları suçlamıyor şiddetin nasıl olgunlaştığını gösterip önlem alınmasının da yollarını gösteriyor.