Resmi Çizilebilir mi Aşkın?

Hayatım boyunca aşkı aradım durdum. Aşkı surette, gözlerde, yürekte aradım. Kimi zaman yaklaştım sandım, kimi zaman upuzak bir yıldız gibi göründü bana...

yazı resim

Hayatım boyunca aşkı aradım durdum. Aşkı surette, gözlerde, yürekte aradım. Kimi zaman yaklaştım sandım, kimi zaman upuzak bir yıldız gibi göründü bana. Bazen “Lanet olsun, aşk diye bir şey yok. Bizim için doğan diğer yarımız yok.” diye isyanlar ettim. Oysa aşkı yanlış yerde aradığımı fark edemedim.

Tensel kalp atışı mıydı aşk? Heyecanlar, titreyişler miydi? Bedensel çekimler miydi sadece? Aşk bu kadar basit miydi?

Derken zaman akıp geçti herkesin bildiği atın kuyruğundan. Kiminin atı beyaz, kiminin kızıl, kiminin gri, kimininse siyah oldu. Bakıyorum yaşadığım zamana, en beyazı bile siyahla griye bulamışım ben. Bakıyorum aşka, en olmaz surete bile aşkı yükleyip yaşamaya çalışmışım meğer.

Aşkı bir surete yüklemek. Ve baktığında aşkı görmek. Bu bir yanılgı mı? Yoksa aşka sadece bir suret mi seçiyor benliğimiz. Aşkın surete mi ihtiyacı var? Peki ya kör olanlar, gönül gözü açık olanlar yani. Kimbilir kaç tane gözü gören insandan daha derin yaşıyorlar aşkı. Onlar nasıl bir suret görüyorlar hayallerinde? Bence aşk görmekten öte bir şey. Onlar yaşıyorlar.

Ben de yüklemişim gözlere aşkı; arayıp durmuşum yanımdan geçen her gözde. Ah, o bambaşka gözler bir gün takılsa gözlerime. Sanki birkaç saniyelik bir bakışla aşkı tanıyabilecekmişim gibi. Tanımaya çalışırsan kaçırırsın, kurcalarsan kaybedersin. Unutuyor insanoğlu, ne yaparsan yap çırpındıkça batarsın. Bırakmalısın kendini denizin serin sularına. Sırtını yaslayıp, kollarını açıp gökyüzüne bakmalısın. Bazen dalmalısın derinlere ama asla kurcalamamalısın. Kurcalarsan karıştırırsın. Karışırsın. Arap saçı olup boğulur kalırsın.

Ve gün geldi boğuldum. Derinlere çöktüm. Bir zaman sonra deniz kustu beni sahile. Dalgalar sahile vurdu cesedimi. Güneş saçlarımda. Gözlerim kapalı. Sonra birisi çıkageldi; suni teneffüsle içimdeki beni boğan suları çıkardı. Onu öyle hissettim ki. Gözlerimi açıp görmek, uzanıp yüzüne dokunmak istedim. Yapamadım.

İşte aşka bu kadar yaklaşabildim. Ve yine surette aradım aşkı. Şairin dediği gibi “Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum, anlatamıyorum.” dedim. Nedir? dedim, sesini duydum kulağımın dibinde. Nefes alışı boynumda. Kalp atışı kalbimde ama yok, onu somutlaştıramadım.

Yazık, kendimi kollarına bırakmak yerine onu somutlaştırmaya çalıştım. Oysa aşk belki de soyut kalmalı. Kurcalamamalı, elle tutulur gözle görülür hale sokmaya çalışmamalı. Bir bedeni mumyalar gibi mumyalamamalı aşkı. Tabutların içinde saklamamalı, çürütmemeli.

Gözlerimi açtığımda bir hastahane odasındaydım. Gözlerim onu odada deli gibi aradı. Bulamadı. Çok korktum. Kaybettiğim için kendi kendimi yedim bitirdim. Tutamadığım, koklayamadığım için yandım yakıldım. İçimde derin bir özlem oluştu. Elimden gelse, her şeyi bırakıp ona kaçacak gibi hissettim. İçimde bir ateş vardı. Canımı acıtıyordu. O ateş büyümeye beni sarmaya başladı. Zamanla yangına dönüşeceğini bilemedim. Yangın büyüdü, en ücrama kadar beni kavradı. Bazen çığlık atıp yırtmak istedim üzerimdeki ateşi. Ateş kahkahalarla gürleşti. Bilirsiniz, rüzgâr ateşi zayıflatmaz, güçlendirir. Ağladım. Gözyaşlarım ateşe dokundukça tuzlar eridi. Bedenim yok oldu. Benliğim ezim ezim oldu. Kalktım ona bir yüz çizdim. İpiri ve derin gözler yaptım. Sonra oturdum, puta tapar gibi taptım o gözlere. Ben, beni kaybettim.

Resmini çizdiğim surete yükledim aşkı. Aşk büyüdü, sardı benliğimi. Aşk ile yıkandım, daldım rüyaya. Rüyaya daldım da “Unuttum suretin yalanlığını.” diyeceğim günleri bekledim yine.

Ellerimde hâlâ o resim, gözlerimde hâlâ onun gözleri. Oturdum, bir gün bana gelmesi için dua ediyorum, bir de aşk için; her defasında aradığımın gerçek aşk olduğunu unutarak. Oysa aşk geçip gidiyor hayatımdan.

Başa Dön