YOZGAT TÜRKİYENİN GÖZBEBEĞİ
ŞAİR VE YAZAR M.NİHAT MALKOÇ’LA RÖPORTAJ…
Röporta: Ahmet SARGIN
Ahmet SARGIN: Sayın hocam, Öncelikle bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
M. Nihat MALKOÇ: 1970 yılında Trabzon’un küçük ve şirin bir ilçesi olan Köprübaşı’nda dünyaya gelmişim. Yani kırklı yaşlara ‘Merhaba’ dedik biz de... Beş çocuklu ailenin en küçük ferdiyim. Köprübaşı’nın Gündoğan Köyü’nün Kosron Mevkii’ndenim. İlkokulu komşu köy olan Güneşli’de okudum. Fakat benim bir tarafım da Güneşli’ye dayanır. Ortaokul ve liseyi Köprübaşı’nda tamamladım. O zamanlar Köprübaşı’nda ortaokul ve lise aynı binadaydı. Okulun yönetimi de aynıydı. Köyle okul arası yedi kilometreydi. Köyü ilçeye bağlayan araba yolu yoktu. Altı yıl boyunca köyden okula patika yoldan yürüyerek gidip geldim. Çoğu zaman da kestirme olsun diye fındıklıklardan gider gelirdik. Fakat o zamanlar bu bizim için bir zahmet değil, aksine eğlenceydi. Yani biz zahmeti eğlenceye dönüştürmüştük. Şimdi düşünüyorum da, o kadar yolu hangi akılla ve hangi güçle yürürdük?
Köprübaşı küçük bir yerdir… Birçok dersin branş öğretmeni yoktu okulumuzda. Lise son sınıfta bölüm seçme imkânımız da yoktu. Tek bölüm vardı, o da Matematik Bölümüydü. Matematikten hiç haz almasam da mecburen bu bölüme devam ettim. Haftada yedi saatlik bir işkenceden farksızdı çektiğimiz. Sizin anlayacağınız Matematik Bölümü’nden mezun olup da ‘Edebiyat Öğretmeni’ olan ender insanlardan biriyim. O zamanlar dershane fırsatı falan da yoktu. Kendi gayretlerimle hiç sene kaybetmeden, üniversite sınavına girdiğim ilk yıl KTÜ/Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım. Fakat lisede eksik yetiştiğim için bunun sancılarını üniversitede fazlasıyla çektim. Çünkü bizim oralarda kullanılan dil, İstanbul Türkçesi’yle pek uyuşmaz!.. Şahsen bunun eksikliğini çok çektim. Üniversiteyi bitirdikten üç ay sonra Gümüşhane’ye, Gümüşhane Lisesi’ne atandım. Orada beş yıl boyunca çalıştım. Askerliğimi de o zaman içerisinde İstanbul’da KKK/ Lisan Okulu’nda asteğmen öğretmen olarak tamamladım. Orada yabancı subaylara güzel Türkçemizi öğrettim.
1998’den sonra iki yıl Akçaabat Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde görev yaptıktan sonra MEB’in yurtdışı öğretmenlik sınavını kazanarak Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a öğretmen olarak gittim. Üç yıl ata topraklarında TÖMER’de, Mahdumkulu Üniversitesi İlahiyat Lisesi ve İlahiyat Fakültesi’nde ‘Türk Dili’ ve ‘İslam Edebiyatı’ derslerine girdim. Türkmenistan’ı baştanbaşa gezdim, atalarımızın kültürünü araştırdım. Yurtdışından döndükten sonra iki yıl Derecik İlköğretim Okulu’nda ‘Türkçe Öğretmeni’ olarak çalıştım. Altı yıldan beri Trabzon Fen Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak çalışıyorum.
Ahmet SARGIN: Saygıdeğer hocam, Şiir ve edebiyat tutkunuz nasıl başladı?
EDEBİYATA TUTKULUYUZ BİZ
M. Nihat MALKOÇ: Bizim oralar yeşille mavinin kucaklaştığı, adeta bir tabloyu andıran, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güzel yerlerdir. 14 km gittiğinizde Sürmene’den denizin mavisini seyretmek mümkündü. 18 yaşına kadar köyde yaşadım. Gözümü açtığımda yeşili gördüm. Sabahları kuş cıvıltılarıyla uyandım. Köy ortamında her şey doğaldı o zamanlar... Suni olan her şeyden uzaktım. Buralarda yaşayıp da şair olana değil, olmayana şaşarım. Çünkü bu emsalsiz tabiat, ruhumuzu besleyen bir kaynaktır. Ben de bu kaynaktan yıllarca beslendim. Tablo gibi bu manzaralar bizi bir anlamda şair yaptı.
Köyde birçok imkândan yoksundum, okuyacak kitap bulamazdım. Köprübaşı’nda Ahmet Hoca denen bir kişinin küçücük bir kitap dükkânı vardı. Evden aldığım küçük harçlıkları öğlede yemez, o küçük kitap dükkânından kitaplar alırdım. Kitap sevgim o kadar büyüktü ki bütün harçlığımı kitaplara harcardım. Doğru dürüst bir öğle yemeği yediğimi hatırlamam. Şimdiki çocuklara bakıyorum da onlar bize göre çok şanslı… Çünkü her istedikleri kitabı alma şansına sahipler… Babaları, yeter ki okusunlar diye her türlü imkânı önlerine seriyor.
Çocukken okumayı çok seviyordum. İlk aldığım kitaplar, Karacaoğlan’in şiir kitabıyla Hz. Ali’nin Cenkleri’ydi. Hz. Ali Cenkleri bir seriydi, hepsini de almıştım. Bu kitapları hâlâ kütüphanemde özenle saklarım. Okuldan eve dönerken bir ağacın altına, bir fındık bahçesine oturur, o kitaplardan okur, yorgunluğumu atardım. Okuduğum o kitaplar beni bir noktaya getirdi..Farkında olmadan ben de bir şeyler karalamaya başladım. Bugün bile, heceden kolay kolay vazgeçemeyişimin sebebi o zamanlar okuduğum birbirinden güzel halk şiirleridir.
Üniversiteye başladığımda okuma konusunda sınıf arkadaşlarımdan çok geri olduğumu fark ettim. Zira onların çoğu önemli okullardan mezun olmuş, şehirlerde yaşamışlardı. Bu eksikliğim kısa zamanda notlara da yansıyınca kendi kendime okuma seferberliği başlattım. Daha sonra, okuduklarım beni, içimde var olan yazma hevesine yöneltti. Bu sefer de yazma seferberliğini başlattım. O zamanlar Trabzon’da ‘Türksesi’ adında günlük çıkan bir mahalli gazete vardı. ‘Cahil cesur olur’ derler ya, ben de cahil cesareti göstererek o gazetenin kapısını çalarak gazetede yazmak istediğimi belirttim. Önceden alaycı bakışlarla süzülsem de kabul gördüm. Gazetedeki ilk yazım “Ulaşım Sorunu” başlığını taşıyordu. O zamanlar üniversite birinci sınıftaydım. Yıl 1988’di… Şimdi tarihler 2010 yılını gösteriyor. Aradan tam 22 yıl geçmiş; ben o gün bugündür dur durak bilmeden yazıyorum.
Ahmet SARGIN: Çalışmalarınız hakkında bize bilgi verir misiniz?
YAZMAK BENİM İÇİN BİR TUTKUDUR
M. Nihat MALKOÇ: Yayınlanan ilk şiirim “Gece Yarısı” adını taşıyordu. Bu, hece ölçüsüyle yazılmış hüzün içerikli bir aşk şiiriydi. O zamanlar Kültür Bakanlığı tarafından gençlerin çalışmalarına yönelik, birinci hamur kâğıda basılan “Gençliğin Sesi” adlı kaliteli bir dergi çıkarılıyordu. Bu şiirim de o dergide yayınlanmıştı. İlk telif ücretini de o zaman almıştım. Dergilerin telif ücreti verdiğini bilmediğim için şahsıma gönderilen bu para benim için bir sürprizdi, o zamana göre de ciddi miktarda bir harçlıktı. Bu, benim şairlik serüvenimde adeta bir dönüm noktasıydı; şiire olan aşkımı perçinleyen güzel bir sebepti.
Gençlik yıllarımda Sürmeneli bir edebiyatsever dostumla ‘Bizim Okul’ isminde, dört ilavesi bulunan çok kapsamlı bir edebiyat dergisi çıkardık. Bu derginin Yazı İşleri Müdürlüğünü ben yapıyordum. Fakat okuyucudan yeterli destek göremediğimiz için derginin ömrü de uzun olmadı. Bunun dışında okullarda, okul adına dergiler çıkardım. Fakat daha çok dergi çıkarmayı değil, dergilerde yazmayı yeğledim. Bugüne kadar onlarca dergide deneme, makale, hatıra, gezi yazısı, fıkra türünde yazılarım ve birçok şiirim yayınlandı. Yazdığım dergiler arasında “Türk Edebiyatı, Türk Dili, Bizim Çocuk, Çınar, Dilhane, Poyraz, Türk Yurdu, Gülistan, Bizim Azerbaycan, Anadolunun Sesi, Üniversitelinin Sesi, Türkiye, Bizim Okul, Şenliğin Sesi, Sızıntı, Mavi-Yeşil, Mortaka, Kubbealtı Akademi, Nida, Kardelen, Ortanca, Yeşilay, Değirmen, Cümle, Kümbet, Sükût, Yeni Pulathane, Semerkant, Alkış, Herfene, Yeni Sesleniş, Genç, Yediiklim, Ayvakti, Somuncu Baba, Tekne, Beyaz Gemi, Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim, İnsanlığa Çağrı, Berceste, Seviye, Karadeniz’de Hayat, Karayel, Gençliğin Sesi” önemli bir yer tutmaktadır.
Yazmak benim için soylu bir tutkudur. Yazmazsam yaşayamam. Yazarak nefes alıyorum ben… Benim oksijen kaynağımdır yazmak… Öte yandan ‘Türksesi, Demokrat Gümüşhane, Kuşakkaya, Ortadoğu, Yeni Mesaj, Hergün, Candaş, Edebiyat, Bolu Üçtepe, Akçaabat Yeni Haber, Karadeniz Olay, Hizmet’ gibi gazetelerde yıllardan beri deneme, makale, fıkra ve şiirler yazmaktayım. Bugüne kadar yerel ve genel medyada yazdığım yazıların sayısı binli rakamlara çoktan ulaşmıştır. Son yıllarda Trabzon’un en eski ve köklü gazetelerinden biri olan ‘Hizmet’ adlı gazetede haftada üç yazım çıkmaktadır. Bunun yanında ilk görev yerim olan Gümüşhane’de ‘Kuşakkaya’ adlı gazetede günlük yazılar yazmaktayım. İnternet ortamında onlarca kültür ve edebiyat sitesinde yazı ve şiirlerim okuyucularla buluşmaktadır.
Bugüne kadar, içinde Yozgat Sürmeli Şiir ve Makale Yarışması da bulunan, Türkiye genelinde düzenlenen birçok şiir ve kompozisyon yarışmasına katıldım. Bu yarışmalarda aldığım birincilik, ikincilik, üçüncülük, mansiyon ve jüri özel ödüllerin sayısı 40’ı bulmuştur. ‘Marifet iltifata tabidir’ derler. Bu ödüller beni motive eden en önemli unsurdur.
Ahmet SARGIN: Yozgat’ ı dışarıdan nasıl tanıyorsunuz? Yozgat ve Yozgatlılar hakkında neler düşünüyorsunuz?
YOZGAT TÜRKİYENİN ÇİMENTOSUDUR
M. Nihat MALKOÇ: Yozgat, Türkiye’nin çimentosudur; hamuruna şer katılmamış yiğitler diyarıdır. Bugüne kadar birçok Yozgatlı arkadaşım oldu. Hiçbirisinden zarar görmedim. Hepsi de dost canlısı insanlardı; paylaşmayı seven insanlardı. Bu şehir bana her şeyiyle ‘asalet’ kelimesini çağrıştırıyor. Bu şehirden vatan haini çıkmaz. Buranın halkının hamuru Müslüman Türk kanıyla yoğrulmuştur. Burası bin yıllık vatan toprağıdır. Topraklarının altında şehitler yatmaktadır. Bunlar yurdun manevi bekçileridir. Yozgatlının vatan ve bayrak sevgisi dillere destandır. Bu şehrin halkı vatan söz konusu olunca ölüme atılmasını bilir. Bu sevgiyi kimse sorgulayamaz. Yozgat, taşıyla toprağıyla Anadolu’nun doğallığını ve şefkat nazarlarını üzerinde taşır. İyi ki Yozgat var, iyi ki Yozgatlılar var.
Yozgat’ın doğal güzellikleri yeterince tanıtılamadığı için turizmden hak ettiği payı ne yazık ki alamıyor. Termal turizm imkânlarının bu kadar geniş olduğu bir yerin bu durumda olmaması gerekir. Bu kaynaklar Batılıların elinde olsaydı burayı halk tabiriyle yalancı cennete çevirilerdi. Buradaki yer altı ve yerüstü kaynaklarının hakkıyla değerlendirilmesi bu şehri ayağa kaldıracaktır. Buradaki üniversitenin bir an evvel geliştirilmesi ve gözde üniversitelerle yarışacak konuma getirilmesi gerekir. Kısacası Yozgat’ta yağ, un ve şeker var ama bunları ölçüsünce bir araya getirip helva yapacak ustalar yeterince yoktur.
Çamlık gibi bir tabiat harikası kaç şehirde vardır? Şehrin iki kilometre güneyinde yer alan ve Türkiye’nin ilk milli parkı olan Çamlık’ın tam anlamıyla turizmin hizmetine sunulması gerekir. Çapanoğlu Camii’nin güzelliğini ve eşsizliğini anlatmaya hacet var mı? İki katlı bir Osmanlı konağı olan Yozgat Müzesi görülmeye değerdir. Yozgat’ı tanımak, bu güzel coğrafyayı dünya gözüyle görmek gerekir. Zira Yozgat Türkiye’nin gözbebeğidir.
Ahmet SARGIN: Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği’nin çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?
YOZGAT ŞAİRLER BİRLİĞİ YOZGATI TANITIYOR
M. Nihat MALKOÇ: Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği, Yozgat’ın duygu erleri olan şair ve yazarları güçlü çatısı altına almış kültürel bir organizasyonun somutlaşmış hâlidir. Bu birlik, kadim kent Yozgat’ın dününden yarınına bir kültür, sanat ve edebiyat köprüsü kuruyor. Bu birlik düzenlediği kültürel etkinliklerle Yozgat’ın değerlerinin ve değerlilerinin içte ve dışta tanıtılmasına büyük katkılar sağlıyor. Birliğin her yıl düzenlediği ‘Sürmeli Şiir Şöleni’ her geçen gün geleneksel bir zemine oturmaktadır. Bu şölen sayesinde Yozgat bütün yurtta tanıtılıyor. Bu gibi dernek ve birliklere, kültürüne sevdalı zenginlerin maddi yardımlarda bulunması gerekir. Zira hiçbir etkinlik parasız yapılamıyor.
Şehrimizi ve kültürümüzü seven insanlar olan bizler bir şeyler yapamıyorsak hiç olmazsa bir şeyler yapanlara destek olmalıyız. Sizin bu birlik çatısı altında zor şartlar altında yaptığınız çalışmaları ayakta alkışlıyorum. İyi ki varsınız. Her şehirde sizin gibi vatan sevdalıları, Ahmet Sargın’lar mutlaka olmalıdır.
Ahmet SARGIN: Şiir Şölenlerine katılıyorsunuz, Yozgat Sürmeli Şiir Şölenini değerlendirir misiniz?
M. Nihat MALKOÇ: Türkiye’nin birçok ilini gezme, değişik şiir şölenlerine katılma fırsatım oldu. Bu şölenlerde birçok şairi yakından tanıdım ve sevdim. Şiir şölenlerinin, şairlerin kaynaşmasında ve dayanışmasında çok önemli bir vazife gördüğüne inanıyorum. Yozgat’ta yıllardan beri devam etmekte olan ‘Yozgat Sürmeli Şiir Şöleni’ Türkiye’nin değişik illerinden gelen birbirinden güçlü şairleri buluşturuyor. Böylece kalem ehli insanlar arasında bir sevgi ve hoşgörü köprüsü kuruluyor. Bu şölene yurdun dört bir köşesinden birbirinden kıymetli birçok şair ve yazar davet ediliyor. Gelenlerin sayısı yüzlü rakamları buluyor; gelenler en iyi şekilde ağırlanarak güzel anılarla Yozgat’tan ayrılıyor. Bu sanıldığı kadar kolay bir şey değildir. Başkanlığını yaptığınız Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği bunu başarıyla gerçekleştiriyor. Size ve sizinle beraber bu organizasyona el veren çalışma arkadaşlarına Türk kültürüne yaptığınız anlamlı hizmetten dolayı şükranlarımı sunuyorum.
Ahmet SARGIN: Sizce Yozgat’ın tanıtımı nasıl olmalı? Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği olarak çalışmalarımızın ilimizin tanıtımına katkısının olduğunu düşünüyor musunuz?
SÜRMELİ ŞİİR ŞÖLENLERİ DEVAM ETMELİ
M. Nihat MALKOÇ: Yozgat, Türkiye’nin merkezi bir konumunda olmasına rağmen yeterince tanıtılamamanın sancılarını çekiyor. Bence öncelikle Yozgat kültürüne dair her ne varsa kayıt altına alınmalıdır. Yozgat’la ilgili kapsamlı bir “Yozgat Ansiklopedisi” hazırlanmalıdır. Geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarlar bir kitapta toplanmalıdır. Bunun yanında Yozgat üzerine yazılmış şiirler bir güldestede toplanmalıdır.
Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği’nin her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği Sürmeli Şiir Şöleni, Yozgat’ın içte ve dışta tanıtımına büyük katkılar sağlıyor. Yozgat dışından gelenler iyi izlenimlerle ayrılıyor bu şehirden. Çoğu belli bir gazete ve dergide yazan bu insanlar memleketlerine döndüklerinde şölene dair izlenimlerini kaleme alarak geniş kitlelerle paylaşıyorlar; Yozgat’ta yaşadıkları güzellikleri eş ve dostlarına anlatıyorlar.
Ahmet SARGIN: Şiir edebiyat adına unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
M. Nihat MALKOÇ: Ben öğretmen şairlerden biriyim. Yani ekmeğimi çok sevdiğim öğretmenlik mesleğinden kazanıyorum. Kendim şiir yazdığım gibi, şiir yazma sevgisini elimden geldiğince öğrencilerime de her fırsatta aşılıyorum. Öğrencilerime şiire ve yazmaya dair teorik ve pratik bilgiler veriyor, onların kaleme aldıklarını değerlendiriyorum. Onlara ayırdığım vaktimi bir kazanç olarak görüyorum. Bu beni fazlasıyla yorsa da sonuçta güzel şeyler ortaya çıkıyor. Görev yaptığım okuldaki öğrencilerim her yıl yirminin üzerinde ödül kazanır. Bu benim yorgunluğumu iyice hafifletiyor. Daha önceki okullarda da bu anlamda birçok öğrencime edebiyatı sevdirmeye çalıştım. Bugün ülke genelinde kalem oynatan, yarışmalarda dereceler kazanan öğrencilerim var. Bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyor.
Buradan anıma gelmek istiyorum. Türkiye genelinde düzenlenen bir şiir yarışmasına katılmıştım. Tabii ki sonuçları önceden söylemiyorlar. Dereceye girenleri çağırıyorlar. Dereceye girdiğinizi önceden bilseniz de kaçıncı olduğunuzu tören sırasında öğreniyorsunuz. Böyle bir ödül törenine çağrılmıştım. Bu şiir yarışmasında ben ikinci olmuştum. ‘Yarışmanın birincisi olarak kürsüye gelen kimdi’ tahmin edersiniz? Benim beş yıl önce mezun ettiğim, şiir sevgisi aşıladığım, yetişmesi için ter döktüğüm bir öğrencimdi. Bazılarının düşündüğü gibi bu durum beni rencide etmedi, aksine onurlandırdı. Birinci olsaydım bu kadar sevinmezdim. Öğrencimin, “Ben sizin eserinizim, bu yarışmada görünürde birinci olarak ben çağrılsam da gerçek birinci sizsiniz” demesi beni adeta kanatlandırmıştı. Demek ki verilen emeklerin hiçbiri boşa gitmiyor, günün birinde karşınıza çıkıyor.
Ahmet SARGIN: Edebiyat çalışmalarınız nasıl gidiyor? Bu alanda neler yapıyorsunuz?
M. Nihat MALKOÇ: Şiir ve edebiyat yolculuğu dur durak bilmeyen bir yolculuktur. Bu yolculukta yorulsanız bile, bu sizi yazmaktan alıkoymaz. Zira bu, tatlı bir yorgunluktur. Ben de bu yolculuğa ilk günkü aşkla ve şevkle devam ediyorum. Yazı ve şiirlerimi genellikle sabah saatlerinde yazıyorum. Sabah namazından sonra genellikle yatmıyorum. Çoluk çocuk kalktıktan sonra artık bir şey yazamıyor, onların dertleriyle ilgileniyorum.
İki ayrı günlük gazetede yazdığım için onlara yazı yetiştirmeye çalışıyorum. Bu arada Türkiye genelinde yayınlanan üç-beş dergiye yazı ve şiir gönderiyorum. Bunun yanında yarışmalar oluyor, onların bir kısmına iştirak ediyorum. Öğretmenlik vazifem zamanımın önemli bir kısmını alıyor. Daima üretme, yeni metinler oluşturma gayreti içerisindeyim. Yazdıklarımın gazete ve dergilerde yayınlandığını görünce doyumsuz bir haz yaşıyorum. Yazmayı, ‘zaman selinden bir şeyler kurtarıp sağlama alma gayreti’ olarak görüyorum. Yazmadığım ve yeni şeyler üretmediğim günü bir kayıp olarak addediyorum.
Ahmet SARGIN: Yozgat Sürmeli Şiir Şöleninin nasıl olmasını isterdiniz? Bu konuda eleştirileriniz var mı? Bundan sonra yapılacak şiir şölenlerimize katılmayı düşünür müsünüz?
M. Nihat MALKOÇ: Yozgat Sürmeli Şiir Şöleni, Türkiye’de düzenlenen belli başlı şiir şölenleri arasındaki yerini almıştır. Zamanla çok daha iyi noktalara gelecektir. Her şey neticede maddiyata dayanıyor. Para olmayınca pek çok şey eksik kalıyor. Türkiye’de Hazar Şiir Akşamları, Suçıktı Şiir Akşamları gibi gelenekselleşmiş birkaç şiir şöleni var. Sürmeli Şiir Şöleni de yakın bir zamanda bunları yakalayacaktır. Daha mükemmele ulaşmak için sabretmek ve azmetmek gerekiyor. Bu arada şölene çağrılacak şairler tespit edilirken titiz ve seçici olmak gerekir. Emekleyenler değil, şiir yolunda belli bir noktaya gelenler bu gibi şölenlere çağrılmalıdır. Şiire katkısı olmayan, sözde şairlerin çağrılması şöleni sıradanlaştırır. Şairler çağrılırken asla hatır gönül hesabı yapılmamalıdır. Düzenlediğiniz şiir şöleninde böyle davranıldığı için söylemiyorum; genel anlamda konuşuyorum.
Kültürel faaliyetler külfetli işlerdir. Bu işler bir kişinin işi değil, bir ekip işidir. Herkesin maddi ve manevi olarak elvermesi gerekir. Bu işi bir kişinin sırtına yüklerseniz kalıcı olmaz; saman alevi gibi kısa zamanda söner. Yozgat’ın bunun üstesinden gelecek bir potansiyele sahip olduğuna yürekten inanıyorum. Bu gibi şiir şölenlerine çağrılmak beni ve benim gibi bütün şairleri fazlasıyla onurlandırılır. Duygu erlerinin içinde olmayı kim istenmez ki?.. Üstelik davet edilen yere gitmek bizim inancımıza göre sünnettir.
Ahmet SARGIN: Yozgat ve Yozgat halkı hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz?
MEDENİYETLERİN BULUŞTUĞU KENTTİR YOZGAT
M. Nihat MALKOÇ: Türkiye’mizin gözbebeği olan Yozgat’ı sınırlı kelimelerle anlatmak zordur. Yozgat bizim aciz kalan ifadelerimizle hakkıyla anlatılamaz. Doğrusu Yozgat anlatılmaz, ancak doyasıya yaşanır. Bu şehirde yaşadığınız için çok şanslısınız. Başkanı olduğunuz Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen “Medeniyetlerin Buluştuğu Kent Yozgat” konulu makale yarışmasına “Çamlık’tan Bakınca Göze Takılanlar” adlı bir yazımı göndermiştim. O yazıda Yozgat’a dair duygularımı terennüm etmiştim. Yozgat’a kendi dünyamın küçük penceresinden bakmıştım. Bu soruya cevap olarak da o yazımdan aldığım şu bölümü dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Ruhların dışa yansıyan somut yüzünün bir parçasıdır şehirler… Şehirlere anlam katan ve onları hafızalara kazıyan, içlerinde yaşayan onurlu insanlardır. Anadolu’nun gülen yüzü olan Yozgat şehri de yetiştirdiği değerleriyle bir asalet burcudur gönlün muhkem surlarında…
Güneş doğar Anadolu’nun tam ortasında bulunan alnı ak, başı dik Yozgat şehrine… Güne hasret kardelen çiçekleri uyanır derin uykusundan. Buram buram toprak kokar her yağmur sonrası… Bayırlardan inen hoyrat rüzgârlar tarar Yozgat’ın sırma saçlarını…
Dağların arasında kalp atışları duyulur şirin Yozgat’ın… Anadolu’nun asil ruhunu taşır damarlarında. Yiğitler yatağıdır bu topraklar; burada harman olur erler ve erenler… Şairdir İpek Yolu’nda bağdaş kurmuş bu güzel şehrin sevgi ve hoşgörü iksiriyle sözü bal eyleyen insanları… Her dört kişiden beşi şairdir bu kadim kentte!... Son sözü bu şehrin söz ustaları söyler. Göklerde yankılanan sözün kanatlarının biri sevgi, öbürü hoşgörüdür.
Çamlık’tan bakınca gülümser Yozgat’ın gül yüzü… Reçine ve çam kokuları dağılır masmavi göklere. Kentin akciğerleri huzur solur minarelerden günde beş vakit… Ulucami’den yayılan uhrevî hissiyat, bayram yerine çevirir tarumar olmuş viran gönülleri. Cami dolup taştıkça ihya olur Çapanoğlu Mustafa Bey’in aziz ruhu… Müminlerin seherde duaya kalkmış nasırlı avuçlarına rahmet yıldızları dökülür merhamet göklerinden…
Yozgat’ın Saat Kulesi’nde sonsuza akar zaman… Tevfikzade Ahmet Bey’in ruhu sığınır kesme taşlara… Geçip giden zaman bir yanımızı da alıp götürür uzaklara. Küllerinden doğar Yozgat’ın hırpalanmış ruhu… Yozgatlı Hüznî’nin sesi duyulur şiir sandığından…
Yozgat da modern zamanların paslı hançeriyle yaralanır şah damarından. Kentin kanserli dokuları gittikçe sarar tarih kokan cadde ve sokakları. Kontrolsüz ve plansız büyüme, şehrin tarihî dokusunu yaralar derinden. Gittikçe şehri esir alır kanserli dokular… Paraya iştahı kabaranlar görmez şehrin acı gerçeğini ve geleceğini… Acıyı şerbet niyetine içirirler şehrin sakinlerine. Kan kussa da onurlu insanlar, kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler.
Bozok Yaylası’nda meleşir koyun kuzular… Yiğitlerin meskenidir bu diyarlar… Sütler kaymak tutar, tezekler kurur, hayat akar gider zamanın gergefinde… Tekecen, papatya, madımak, hardal çiçekleri süsler tabiat tablosunu… Yaylalara hayat bahşeder laleler… Buz gibi akar sular çeşmelerden. Akasyalar bir gelin gibi süsler viran dağları. Yerköy’de dört mevsim aynı anda yaşanır. Sorgun’u tarif etmede aciz kalır kelimeler… Kazankaya Kanyonu’nda sular kayalarla söyleşir. Lalelerin en hası yetişir Gelin Kayası’nda…
Ferhat, Şirin’ini arar Çamlık’ta… Dağları bir kâğıt gibi görür sevda gözüyle… Aşk, olmazları oldurur her zaman... Yozgat türkülerinde dile gelir Anadolu!… Akdağmadeni’nden duyulur Nida Tüfekçi’nin ölümsüz nağmeleri. Dilden bağlamanın teline dökülür türkülerin ruhumuzu okşayan notaları… “Dersini almış da ediyor ezber/Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler…” diye başlar yürekleri yangın yerine çeviren o ölümsüz türkü… Yozgat sürmelileri yüreklerden yüreklere hasret taşır. Sevgi bayraklaşır yürek gönderlerinde… Bazen notalar boğazlarda düğümlenir. Yozgat, sürmeli türkülerinden alır doyumsuz havasını ve büyüsünü…
Sorgun Kaplıcaları gençlik iksiri zerk eder yıpranan hayat damarlarımıza. Cavlak kaplıcaları doktorlara iş bırakmaz doğrusu. Sarıkaya Hitit Kemeri direnir zamana. Akdağlar, bakan gözleri doyurur yeşilin kırk tonuyla. Çeşka Kalesi’nde taşlar konuşur kendi dilince… Yer altı şehrinde sırlar aşikâr olur zamanın perdesini aralayarak… Sonsuza açılır taş kapılar.”
Ahmet SARGIN: Hocam Yozgat Sevdalısı bir arkadaşın olarak bu güzel ifadelerinzden çok duygulandık..Sizin bu denli Yozgat hayranı olduğunuzu bilmiyorduk...Çok çok Teşekkür ederiz.. Bunların dışında söyleyeceğiniz bir konu, bir mesajınız var mı?
M. Nihat MALKOÇ: Vatanını canından aziz bilen bir insan olarak Yozgatlıları kendime yakın hissediyor ve seviyorum. Yozgatlı dostlara sağlık ve mutluluklar diliyorum.
Ahmet SARGIN: Yozgat Sevdanız bize şeref verdi, sizi Yozgat ta ağırlamaktan mutluluk duyarız ve gelecek yıl yapılacak olan Sürmeli Şiir Şölenine sizleri de bekleriz...Röportaj için İleri Ailesi adına teşekkür ediyor, size bundan sonraki çalışmlarınızda başarılar diliyoruz.
M. Nihat MALKOÇ: İleri Gazetesi, Yozgat’ın söyleyen dili, gören gözü ve işiten kulağıdır..Sizin ve İleri Gazetesinin aracılığı ile Yozgatlı dostlarımızla kucaklaştık… Yozgatlı gönül dostlarıyla fikirlerimi paylaşma ve onlarla halleşme imkânını verdiğiniz için asıl ben size yürekten teşekkür ediyorum. Allah hepimizin yâr ve yardımcısı olsun…Allaha Emanet olun.
Yozgat halkına da selam ve saygılarımı yolluyorum.
..............................................................
GÜLE GÜLE KOCA REİS!...
Muhsin Yazıcıoğlunun Aziz Ruhuna
Heybetli bir dağdın sen hey gidi koca reis!...
Hicranın gölgesidir yürekteki acı his
Muhsin Yazıcıoğlu gül hasretiyle yandı
Elinde kırmızı gül sonsuzluğa uzandı
Kaderin tecellisi, beyhudedir her sitem
Dağların eteğinde kol geziyordu matem
Tenin toprak olsa da ölümsüz bir bestesin
Milletin vicdanında yankılanıyor sesin
Duyuldu acı haber, yandı yürekler yandı
Hüzün bulutlarıyla yaşlar göze dayandı
Dondurdu ilikleri, işledi ruha ayaz
Kırmızı boyun büker, karalar bağlar beyaz
Bu zamansız ölümle dert birdi, bini aştı
Zemheri soğuğunda yüreklere kor düştü
Ömür denen ağacın dalına baykuş kondu
Gecenin ayazında dondu umutlar dondu
Karanlıklar bastırdı battı ufukta güneş
Hissiyat buz tutarken suları yaktı ateş
Uzun yola çıkarken kalbi düşürdü derde
Ülkünün gonca gülü nerde o günler nerde?...
Mamak zindanlarında söyleştin duvarlarla
Taşı yastık eyledin, üstün örtüldü karla
İsmiyle müsemmaydı Sivasın gülü Muhsin
Zalime demir yumruk, mazlumun dili Muhsin
Gönlümde kanayan gül, ağlarım kaderine
Kor halkalar ekledin gönlümün kederine
Bu dünya gurbetinde bir ölür bin doğarız
Hakikat güneşiyle karanlığı boğarız
Ömrünün baharında sonsuzluğa ağla git!...
Yüce Türk milletinin yüreğini dağla git!...
Ebediyet yolcusu kabrine güller dolsun
Hakkın sevgili kulu mekânın cennet olsun�
M.NİHAT MALKOÇ
..................................................
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!..
O gün kana boyandı Çanakkale Boğazı
Yeri göğü inletti askerimin avazı
Dört taraftan saldırdı düşman delicesine
Şarapneller saplandı Mehmetçiğin göğsüne
Türke karşı kin kustu, beraber oldu cihan
Damla damla gözyaşı döktü yere asuman
Allahın askerleri melekler yere indi
Hakk�a kavuşan erler kanatlarına bindi
Bir lodos fırtınası zaferden haber verdi
Dengeler değişince arttı kâfirin derdi
On sekiz Martta sular kan gölüne dönmüştü
Zâlimin balonları gün doğmadan sönmüştü
Ertuğrul tabyasından ateş yükseliyordu
Ceddin iman güneşi aydınlatıyor yurdu
Seddülbahirde akan, kan gövdeyi götürdü
Bu çile nöbetleri hem gün, hem gece sürdü
Conkbayırında yazdı Mustafa Kemal destan
Coğrafyaya dönüştü damarlardan akan kan
Izdıraplara mahkûm vatanım ancak güldü
Düşman bataryaları soğuk suya gömüldü
Küfür tek bir millettir, ayrı gayrı seçilmez
Mehmetçik haykırıyor: Çanakkale Geçilmez�
İnsanlıktan nasipsiz küstah uğurlar ola!
Hatırla bu destanı, hatırla da gel yola!
İnancımız odur ki payidar olmaz zulüm
Rabbim senin yolunda bize düğündür ölüm
Taş ve toprak şahittir o muhteşem bozguna
Çok acı bir ders verdik o salyalı azgına
Al bayrağın altında gölgelenen askerim!
Cennet-i Âlâ ’sında bekler seni ol Kerim!
Çanakkale içinde Hilâl, Sâlib i ezdi
Türk�ün mücahitleri bir büyük destan yazdı.
Yuvasından ayrılan artık geri dönmedi
Onların sayesinde al bayrağım inmedi
Ey toprağın bağrına gömülen yiğit erler!
Döktüğünüz kanlarla ulvîleşti bu yerler
Ey semaya taht kuran yüce, soylu er oğlu!
Duygusallıkta Kerem, yiğitlikte Köroğlu
Ey asırları aşıp cihana hükmeden Türk!
Zafer kaderin olsun Rabbine şükreden Türk!
M.Nihat MALKOÇ
....................................................
SON SÖZÜM VATANDIR
Toprağın bağrında yatar yiğitler
Her öğün aşımda tuzum vatandır
Ay yıldızlı bayrak tutar yiğitler
Ağılda körpecik kuzum vatandır
Bayrak kandan almış o al rengini
Gökler seyre dalar ceddin cengini
Görmemiştir dünya Türk�ün dengini
Darda kaldığımda kozum vatandır
Burçlarda bayrağa kan verir yiğit
Toprağa kanıyla can verir yiğit
Edirne�den Kars�a şan verir yiğit
Basiret nazarım, gözüm vatandır
Şehidin kanarken yürek yarası
Yankılanır gökte ruhun nârası
Bir bütün olmanın şimdi sırası
Namusum, şerefim, özüm vatandır
Toprağa düşenler gonca gül gibi
Yakına gel hele, bakma el gibi
Gönülde gözyaşı taşkın sel gibi
Küllenen aşklarda nazım vatandır
Sevgimiz bölünür, vatan bölünmez
Toprak kan ağlarken gayri gülünmez
Kim demiş ki vatan için ölünmez?
Toprağa can veren yazım vatandır
Bölücü, yıkıcı hödüğü sustur
Bu milletin sesi koca Yunus�tur
Ellerin yurdunda ruhum mahpustur
Ömrümün baharı, güzüm vatandır
Ahmaklar bizleri gafil sanıyor
Aşkın çırasıyla yürek yanıyor
Üstümüzde bayrak dalgalanıyor
Hicaptan kızaran yüzüm vatandır
Bahçemde karanfil kanıyor şimdi
Seni cümle âlem tanıyor şimdi
Yürekler hicranda yanıyor şimdi
Son nefesimdeki sözüm vatandır
M.NİHAT MALKOÇ
..................................................
EFENDİM
"Güllerin ve Gönüllerin Efendisi Resul-i Ekrem’e!..."
Güzellik şahikası, nübüvvetin çerağı
Yürek semalarının dalgalanan bayrağı
Mazlumların gür sesi, acizler sığınağı
Ruhuma âb-ı hayat sensin derman Efendim
Tutuşan gönüllere kat’i ferman Efendim
Güllerin en irisi, çöllerin rayihası
Nesiller yetiştiren bahçelerin en hası
Ezanlar yankılanır, silinir yürek pası
Aşkına meftun kalbim, sana hayran Efendim
Hakk’a varmayan vuslat bize hicran Efendim
Kisra saraylarını dize getiren sendin
Küfrün kalelerini yıktı mübarek bendin
Gurbete veda edip aslî yurduna döndün
Ahmedsin, Muhammedsin gül û reyhan Efendim
Batıla kâbus oldun, Hakk’a burhan Efendim
Gönül sermayesini gayri yükledik ata
Çileyi azık ettik, yol verdik saltanata
Sırtımızda ağır yük, revan olduk Sırat’a
Bîçare ümmetine şefkat ihsan Efendim
Hüsnünü vasfetmede aciz lisan Efendim
Bu gönül şehrimizin koca sultanı sensin
İçimizi kavuran derdin dermanı sensin
Ruhlara hayat veren aşkın ummanı sensin
Mahbûb-i Hüda’sın sen cana canan Efendim
İsmail’in olurum, bu can kurban Efendim
Sararmaya yüz tutmuş gülşenime can düştü
Hercaî yüreğime kor gibi sevdan düştü
Bedenim sırılsıklam, düşüme figan düştü
Seni düşünmeyen kalp yıkık, viran Efendim
Didârına müştâkım ruhum üryan Efendim
Çatlayan yüreklere nur yağmurları yağdır
İmana pusu kuran bu ne yüzsüz bir çağdır
O Habib-i Kibriya gözümüzde bir dağdır
Kâinat vecd içinde eder seyran Efendim
Bulutlar kucak kucak sana giryân Efendim
Ayağının altında toprağın ben olsaydım
Sâyebân niyetine yaprağın ben olsaydım
Tecellinle müşerref Nur Dağı’n ben olsaydım
Azgın bir küheylandır, nefsim tuğyan Efendim
Sana dair olmayan sözler ziyan Efendim
Her bir yağmur damlası inci, gevher çöl için
Bülbülün yakarması sevdiceği gül için
Arşın cümle kapısı açılır Resûl için
Gökler gözyaşı döker,ağlar cihan Efendim
Hilkatin sebebi sen, nur-i Yezdan Efendim
Efendim, halâskârım, gül-i ruhsâr rehberim
O mübarek alnından iştiyakla öperim
Nebiler ordusunda ben gönüllü askerim
Sen yoksun ya âlemde yürek hazan Efendim
Ümmetin akıbeti billâh hüsran Efendim
Hicranın yüreğimi kavurdu Resulullah
Külümüzü dağlara savurdu Resulullah
Can evimi kasırga, sel vurdu Resulullah
Hasretinle bin parça olsun bu can Efendim
Zikrinden aciz diller bize düşman Efendim
Dikenli bahçemizde hasret gülleri açar
Mechûle revan olup nice civanlar göçer
Resuller sözde ölür, âleme ışık saçar
Gidince garip kaldı cümle mekân Efendim
Kalpler huzura erer senle her an Efendim
Kokuna hasret kaldı insanlık gideli sen
Gece gün intizara razıyım kapında ben
Dünya cadı kazanı�Ey Resul nurunla dön!...
Gönüllerin sultanı, tayy-ı mekân Efendim
Girsen rüyalarıma olsan mihman Efendim
Ne ağır zemheriler geçiriyor ümmetin
Günah galerisinde öksüz kaldı sünnetin
Müminin kokusuna şimdi hasret cennetin
Bu ne garip asırdır ahir zaman Efendim
Bizi bize bırakma, kayır aman Efendim
M.Nihat MALKOÇ
...........................................
NE HÂLE GELDİK
Bizi bize değil, tarihe sorun
Bugünkü ahvali siz hayra yorun
Ayrı telden çalar dedeyle torun
Ferhat’ın şahsında dağları deldik
Özünden ayrılıp ne hâle geldik
Körelmiş vicdanlar yazık bu çağa
Her gün otururlar başka kucağa
Yürek köz köz, ateş düştü ocağa
Şarka âb-ı hayat, garba eceldik
Kıblemiz değişti, ne hâle geldik
Ecnebi harsını Türk’e pazarlar
Ecdadıma kanlı ferman yazarlar
Satılık beyinler her gün azarlar
Düşmana kasırga, dostlara yeldik
Savurdu karayel, ne hâle geldik
Yaralı sinemi yakar acılar
Hürriyete hasret kızlar, bacılar
Kanımızı emer, vampir öcüler
Eski hâlimizle daha güzeldik
Ecdada küsünce ne hâle geldik
Ne zaman tükenir bu zulüm, talan
Sünepe hissiyat ruhumu çalan
Üç buçuk soysuzun azığı yalan
Ferhat için dağdık, Mecnun’a çöldük
Vicdanlar cüzdanda, ne hâle geldik
Her mecliste gıybet dolanır dile
Garibin azığı, ekmeği çile
Zakkum boy atınca kıyarlar güle
Gönül bahçesinde açmamış güldük
Çorak topraklarda ne hâle geldik
İyi fiyat bulsa vatanı satar
Mâziden kaçtıkça çamura batar
Metresine kızıp eşine çatar
Yüce dağ başında aşılmaz beldik
Soluklar kesildi, ne hâle geldik
Her millete adam gibi baş gerek
Zalimin gözüne kanlı yaş gerek
Bunca sıkıntıya bağır taş gerek
Önüne geleni süpüren seldik
Tılsım çözülünce ne hâle geldik
18 Temmuz 2005/TRABZON
M.NİHAT MALKOÇ
.........................................
SENİ SEVDİM TÜRKİYE�M
Kilimimde nakış nakış dokudum
Kitabımda sayfa sayfa okudum
Bülbül olup melûl mahzun şakıdım
Dağlarını, taşlarını sevdim Türkiyem
Issız pınar başlarını sevdim Türkiyem
Yaylalarda koyun kuzu meleşir
Yavuklular tenhalarda söyleşir
Pehlivanlar çayır çimen güreşir
Köylerini, illerini sevdim Türkiyem
Bal kaymaklı dillerini sevdim Türkiyem
Âşık Kerem gözyaşıyla sular toprağı
Altı asırlık çınarın solmuş yaprağı
Fırat, Dicle, Çoruh, Yeşilırmağı
Fındığını, eriğini sevdim Türkiyem
O tertemiz yüreğini sevdim Türkiyem
Ezanlar ağlaşır minarelerde
Hakikatin gözüne indi perde
Üç kıtada at koşturanlar nerde?
Ayyıldızlı bayrağını sevdim Türkiyem
Yoğurdunu, kaymağını sevdim Türkiyem
Âşıkların sazında tel olmuşum
Boz bulanık akan bir sel olmuşum
Ne yazık ki ülkemde el olmuşum
Fatih�ini, Yavuz�unu sevdim Türkiyem
O aydınlık gül yüzünü sevdim Türkiyem.
M.NİHAT MALKOÇ
..........................................................
AYASOFYA’DA ZAMAN
Fethin sembolü suskun, yanar kutlu dilekler
Susturulmuş mabede matem tutar melekler
Ezanlar okununca utancından büzülür
Alem boynunu büker, gözyaşları süzülür
Fethin nişanesini bak ne hâle koydular
İslam elbisesini üzerinden soydular
Seni mahzun gördükçe bükük kalır boyunlar
Üzerine oynanır nice kirli oyunlar
Kubbelerden gönüle akmıyor Kur�an sesi
Asrın yokuşlarında kesiliyor nefesi
İslam�ın lâfızları duvardan indirilmiş
Hakikat erenleri, müminler sindirilmiş
Mabedimin göğsüne dokundu kirli eller
Uyandı Bizans ruhu, dile geldi emeller
Alınlara hasrettir mübarek secdegâhın
Yüz çeviren gürûhu elbet tutacak âhın
Bu ihtişamlı mabet umut taşır yarına
Fatih Sultan Mehmet�in girer rüyalarına
Solar fitnenin yüzü, yaldızları dökülür
Zamana doğar güneş, bir gün kulplar sökülür
Göklere yükselecek eğilen başlarımız
Boğacak zalimleri kanlı gözyaşlarımız
Kadim duvarlarında yankılansın tekbirler
Seherde dualarla boşluğa aksın kirler
Tarihe sırt çeviren var mıdır bizler gibi
Gün gelir Ayasofya coşar denizler gibi
Dirilişin güneşi ufuklardan doğacak
Hakikatin ziyası karanlığı boğacak
Fethin mübarek gülü her gün ağlar bahtına
Gün gelir Ayasofya çıkar gönül tahtına
M.NİHAT MALKOÇ
(29 Mart 2008/Trabzon)
] ]