Sarıkamış'tan Esarete

anılar, bir kişinin herhangi bir dönemde, yaşadıklarını kaleme almasıyla oluşan eserlerde yer alır. genelikle olaylar yaşandıktan sonra kaleme alınır. bu durum bazen unutulmalara, abartılara veya yaşanılan koşulların etkisiyle taraflı anlatımlara da yol açabilir. Ancak sarıkamıştan esaretete, bu tür yaklaşımlar yok. yorumlarda hiçbir duygusallık ya da gereksiz suçlama ve hakaret yok.

yazı resimYZ

SARIKAMIŞTAN ESARETE

Anı kitapları hep ilgimi çekmiştir. Şevket Süreyya Aydemirin Suyu Arayan Adam kitabı unutamadığım anı kitaplarından belkide ilkidir. Sarıkamıştan Esarete yi, ilk okuyuşumda beni, Suyu Arayan Adam ın anlattığı yıllara götürmüştü. Adeta o kitabın tamamlayıcısı gibi gelmişti bana. Kendi yaşantımda da, 1993-95 yılları arasında Hakkari, 1989-91 yılları arasında görev yaptığım Kıbrısta ki hudut birliğindeki yıllarıma götürdü. On yıl sonraki okuyuşumda ise çok daha farklı insani yolculuklara çıkardı: Hürriyet, esaret, hayat, açlık, yüzleşme, yönetim, varlık gibi kavramlara. Sarıkamıştan Esarete (1914-1920, Tuğgeneral Ziya Yergökün Anıları 2005 yılında Sami Önal tarafından basıma hazırlanmış ve ilk baskısı yayınlanmış. Yeni baskısı 2019 Aralık ayında (9. baskı) Tarihçi Kitabevi Yayınlarından çıktı: Prof. Dr. Güngör Sönmezin sunuşuyla hazırlanmış ve yeni belgeler ve bilgilerle genişletilmiş. Araştırmalarda önemli kaynaklardan da biri de anılardır. Anılar, bir kişinin herhangi bir dönemde, yaşadıklarını kaleme almasıyla oluşan eserlerde yer alır. Genelikle olaylar yaşandıktan sonra kaleme alınır. Bu durum bazen unutulmalara, abartılara veya yaşanılan koşulların etkisiyle taraflı anlatımlara da yol açabilir. Ancak Sarıkamıştan Esaretete, bu tür yaklaşımlar yok. Yorumlarda hiçbir duygsallık ya da gereksiz suçlama ve hakaret yok. Sarıkamış önlerinde olan olaylar duygusallığa kapılmadan, kişisel bir paye çıkarmadan, dahası kendi hatalarını bile gözardı etmeden ortaya konulmuş. 1914-1918 yılları arasında meydana gelen I. Dünya Savaşı, tarihin gördüğü en kanlı yıkıcı savaşlarından biridir. Milyonlarca insan ölmüştür. On binlerce insan, kayıplara karışmış veya esir düşmüştür. Dört bir cephede savaşan Osmanlı Devleti, Ruslara karşı Kafkas Cephesinde en önemli muharabelerden birini gerçekleştirmiştir. 1916 yılında Ruslara karşı Sarıkamışta, sonra da diğer başka yerlerde çeşitli mağlubiyetler yaşandığı gibi, pek çok şehitler verilmiştir. Kayıplar ve esirler arasından . kurtulup geri dönebilenlerden okuma yazma bilenler esarette kaldıkları zamanları, olayları ve yaşadıklarını kaleme almışlardır. O zamanlar okur yazarlığın oldukça az olduğu düşünüldüğünde bu anıların ne kadar önemli olduğu da anlaşılır. Bu hatıratlardan biri de, en önemlilerden biri de Tuğgeneral Ziya Yergökün kaleme aldığı eseridir. Mehmet Ziya Bey(Yergök), Köprüköy ve Sarıkamış Meydan Muharebesine 83. Alay Komutanı (9. Kolordu, 28. Tümen) olarak katılmıştır. 336 sayfadan oluşan kitap sadece bir anı kitabı değil, ders alınması gereken çok önemli bir yaşam kitabıdır. Esir kampı Türkistanı, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkmenistanda yaşadıklarını gördüklerini ayrıntılı olarak anlatır. 21 Ağustos 1920de esaretten kurtulup yurda dönmüştür. Tuğgeneral Ziya Beyin anılarını yayına hazırlaması ve basılmasına katkılarından çabasından dolayı 22. Dönem Adana Milletvekili Sayın Ziya Yergöke teşekkür eder saygılarımızı sunarız
Her sayfası, her bölümü, anlatılan her olay, her kişi o yıllara götürüyor. İşte kitaptan bir bölüm:
Felaket Başlangıcı

Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyorlardı. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kg.dı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarlarına oturuyorlardı.
Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyorlar, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı.
Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık. Tabur ve bölük komutanlarının dikkatlerini çekerek, bölük arkasından giderlerken her zamankinden daha dikkatli ve azimli olmalarını tembih ettim. Bu yürüyüş sırasında yük ve binek hayvanları da devriliyor, hayvanlar yükleriyle karlara gömülüyor, bunları kaldırıp yüklerini yeniden yüklemek çok zor oluyordu. Bu işleri eldivensiz yapmak mümkün değildi. Eldiveni olmayan, ayakkabıları sağlam olmayan, çorapları yırtık olan askerde hayır kalmıyordu. Yürüyüş kolunun sonuna katıldığımız için cephane taşıyan yük hayvanlarının ve onları idare edenlerin (mekkareci) çektikleri dayanılmaz zahmeti gözlerimde gördüm. Napolyon ordusunun 1814te Moskova seferindeki felaketi aklıma geldi. Aynı akıbete uğramamız için dua ettim. Yük hayvanlarını kullananlara bizim askerler emrim üzerine yardım ettiler. Yardım yüzündemn çok geri kalacağımızı düşünerek herkes gibi biz de bunları kendi hallerine terk ederek yolumuza devam etmek zorunda kaldık. Çünkü bu işlerin arkası gelmiyor. Birini yükletiyorsun. Onu ötede bir başkasının yuvarlandığı görülüyor. Kimse kimseye yardım etmiyor. Çünkü herkes yorgun, herkes bitkin görünüyor, herkes nefsini kurtarmaya çalışıyordu.
Gittiğimiz yoldan dün gece 29 ve 17nci Tümenler geçmş olduğu için donan askerlerin çoğu da bu fırkalara mensuptu. Bu çok zahmetli yürüyüşle ikindiye yakın bir zamanda Sarıkamışın doğu sırtlarına vardık.(sf:120)

Başa Dön