Bu gün benim için sıradan bir Perşembe diye düşünüyordum ki; şaşırtıcı bir olay yaşadım.
Ben anlatayım da isterseniz inanmayın... Yazın son sıcaklarını yaşadığımız şu günlerde sonbaharı; ağaçlar yapraklarını, önce sarartıp ayrılığı hatırlatarak döktükleri, bir ormanda yürüyordum. Bu zamanda İstanbul da orman kaldı mı demeyin! Giderseniz, o kadar çok var ki burnumuzun dibinde. Yeter ki görmek isteyin. Hala bulamazsanız, gönüllü rehberiniz bile olurum.
Her zaman ki gibi cd. çalarım yanımda “benim sevdam kırmızıyı” dinliyordum. Bu arada müzik bir parçamdır ama söyleyen her zaman değişir. Kulaklarımda ki o güzelim melodilere dalmışken, birden tak... ! diye bir ses geldi. Sağıma soluma baktım, kimseçikler yok. Önüme baktığımda bir ceviz gördüm; ilgin
çti çünkü etrafta hiç ceviz ağacı yoktu. İyi bildiğim bir ormandı, en yakın ceviz ağacı ikiyüz metre ötedeydi. Kendi kendime gülümserken; elimi uzatıp almak istedim ayaklarımın ucuna düşen cevizi. Nerden çıktığını pek anlayamadığım
Çirkin mi çirkin bir kar
ga dikildi karşıma; aslında bir o kadar da şirindi desem yalan söylememiş olurum. Görseydiniz bana bakışını, sizinde içinizden öpmek gelirdi...
O benim! “
şarkı söylemeye kalkınca düşürdüm ağzımdan” der gibi bakıyordu. Gülümseyerek; bir insanla konuşurcasına, af edersin haklısın diyerek yoluma devam ettim. Sonramı ? tabi ki burada bitmedi. Sanki teşekkür etmek istercesine yaklaşık 15 dk. sonra yine önüme çıktı şu benim çirkin ve şirin kargam. Cevizi bıraktı biraz kenara çekildi, sanırım beni bekledi. Acaba yardım mı etmemi istemişti; kırmayı başaramadığı cevizi için yoksa... Yine iyimser mi bakıyordum hayata... daha neler bana sunmamıştı ya...
Ne mi yaptım? Azçık duraksadıktan sonra, ne cevizi aldım nede kırdım. Şaşkın karğamı doğayla baş başa bıraktım, oradan birkaç defa ardıma bakarak uzaklaştım...