Kalender suskularıyla tümceye döl bırakan şairler,
Köhne mevsimlerin ıssız nidalarına girdiler.
Sırtlarında eski tülbentleri saydam öznelerin,
Dar’ul semada kendi kusmuklarını içtiler.
Dile düşen gurbet fahişeleri gibi soluyan mısralar,
İnlerinden çıktı bozkır akşamlarının parlayan hançerinde,
Sonra kesti iç kanamasını azgın bir köpük gibi bekleyen şiirlerin.
Sen öl şimdi şair! Kesilsin bileklerin.
dilinle tükür mürekkebini,
Kanına azot karışan ciğerlerinin.
Devrik semalara kurdular cümleyi boz bir tay gibi,
Kısrak sütüne tutkun bir oğlandı kendi imgesiyle sevişen şiir,
Ensest bekleşmeler çağında bulanık bir katedral gibi yoksun,
Çevik kalemlerle çakıldı mum ışığında aydınlanan kümbetlerinin.
Sen öl şimdi şair! Kesilsin bileklerin.
dilinle tükür mürekkebini.
………
Som buhrunu işlerken bir ayet gibi toprağın mazbatasına,
Afyon kokularıyla oynaşır gibi bekledi mayınlı cümleleri arasında,
Kurdu kalemini akşam puştluğuna, bir deli yay gibi,
Şiirin kendisiydi şair…. öldürdüğü kendisi…
Sen öl şimdi şair!