hiç bitmeyecek denilen yalnızlıklarım,
gidildikçe uzayan yolllarım vardı senin için
ve saatler saatleri kovalarken
akreple yelkovan hiç buluşmayacak sanırdım.
bir telefon kadar yakınken sesin,
kaf dağları kadar uzaktı sana dokunmak,
teninin rengini görmek,
sıcaklığını hisetmek ellerinin
ve gözlerin denilen uçurumu geçip
ulaşmak sana .
tren raylarının kesişmesi kadar imkansızdı.
postacıya yüklediğim özlem bile,
özlemim denilen evrende
sadece bir kaç toz zerresiydi.
her damlasıyla seni arayan,
senin için döne döne yanan
ve sana ulaştıkça
kaybolan bir toz zerresi.
ölümü bekleyen hastanın
son anlarındaki sabırsızlığı gibi,
geçmek bilmedi hiç zaman
beklenen otobüsün gelmemesi,
beklenen bebeğin doğmamasındaki sabırsızlık kadar,
acımasızdı zaman.
ve benim zamana karşı
tek bir silahım bile yoktu
seni sevmekten başka...
oysa şimdi tam karşımdasın...
zamanı yendim,
sabırsızlığımı yendim,
akreple yelkovan buluşamadan daha,
kırdım tüm saatleri,
postacı bile derin bir 'ohh' çekti
seni karşımda görünce.
ama şimdi...
ne gözlerin denilen uçurumu geçebiliyorum
ne ellerinin sıcaklığını hissedebiliyorum
uzak olduğun kadar yakınken,
yakın olduğun kadar uzaksın şimdi bana.
ve benim
sana karşı tek bir silahım bile yok
seni sevmekten başka
seni sevmekten başka...