Senin Rengin Siyah
Sarı bir yolun ortasından yürüyorsun
Şişelerde saklı kumsallar, oyuncaklar –küçük bir çocuk gibi
Gözlerini kısarak, çizgili alnınla güneşe bakıyorsun
Kesikler, çizikler, ortalık yerde ortaoyunları
Kırılan bir kol içinde yeni bırakıyor sesin
Salkım saçak sarkıtlar iniyor pencereme –perde gibi
Gözlerinden içeri bakamıyorum.
Gözlerinden içeri bakamıyorum.
Karanlık bir orman çekiyor bende saklanan
Tüm bodrum fahişelerini.
Acıklı bir haykırış, acıklı bir palavra
Kurşun mu sanki sıkılıyor böyle havaya?
Porselen zeminlerde çarçur edilen haybeye bir ömür…
Istanbul’un kayıp çerçevesinden
Yağlıboya bir gün başlıyor.
Gözlerinden içeri bakamıyorum.
Nerde olursa bir cambaza yakışır devrim
Kaç kez yeniden işlenir masum bir günah?
Anladım.
Senin rengin siyah.
Yalıtkan bir otel odasında sıcak bir içim çay…
Yaslı bir ömür; gittin. Koca bir mevsim;
Aklımı kovalıyor iktidarsız polisler.
Polislere okutuyorlar tüm aşk künyelerimi.
Sabah oluyor birden, akşam gelsin diyorum.
Gözlerin gelsin, kıvrılsın, uzansın yanıma;
Hiç dokunmadan öylece bakmak yürürlüğe giriyor.
Gözlerinden içeri bakamıyorum.
Sabah oluyor, sefil bir sabah…
Ben tüm uykuları içime alıyorum.
Ne kadar şahlanırsa itler geceyi beller kan grupları
Sevgilim?
Anladım.
Siyah senin rengin.
Saf bir maden gibi, bir damar, bir çentik…
Bir darbe atsan sanki hepsi silinecek,
Sanki hiç olmamış olacak bir vitamin gibi
Marur, alnı dik, boynu uzun bir silik isim;
Yatakodasında perişan hallerin.
Gözlerinden içeri sızan bir güneş göremiyorum
Hükmü kalmıyor öbür renklerin.
Anladım.
Rengin siyah senin.