Hafif tombul kırmızı yanakları, sürekli kızarık gözleri, alın kısmı açılmış yarıya yakını beyazlamış kıvırcık saçları, ortanın biraz üzerindeki boyu, kendisiyle özdeşleşmiş gözlükleri, eksik dişleri, seyrek sakalları, insanı çileden çıkaran ses tonu, sağ elmacık kemiğinin hemen altındaki yanık izi, sağa sola yalpa yaparak yürüyüşü ve kaba saba görüntüsüyle psikopat bir tipi andıran Hasbi, birkaç yıldır “hurda” işi yapan küçük bir şirkette depo sorumlusu olarak çalışmaktadır.
Hasbi’yi tanıyanlar, onun aşırı şüpheci ve alıngan bir yapıya sahip olduğu konusunda tartışmasız aynı fikirdedirler. Şüpheci ve alıngan yapısı yüzünden çevresindeki birçok kişiyle ilişkileri çok yüzeysel olan Hasbi, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden huzursuz olmakta ve bu huzursuzluğunu çevresindeki hemen herkese yansıtmaktadır. Bir şeyden memnun olduğu pek görülmemiştir. Hasbi’ye göre ortada bir sorun varsa, bu kesin başkalarından kaynaklanmaktadır. Kendisinin hiçbir suçu yoktur.
Geçmişindeki inişli çıkışlı yaşantısından dolayı psikolojik olarak pek dengesi olmayan Hasbi’nin doğru dürüst konuştuğu, sıkıntılarını, sevinçlerini paylaştığı hiçbir arkadaşı yoktur. Zaten Hasbi’yle konuşmak bir şeyleri paylaşmak, imkansız gibi bir şeydir. Her şeyi ben bilirim havası, her şeyi kendi bildikleriyle sınırlı sayması ve kendini beğenmişliği, bu iletişim köprüsünü baştan havaya uçurmaktadır. Kendi ön yargı ve saplantılarına haddinden fazla kulak kesilmesi, hayatı büyük oranda maddi yönüyle algılaması, sadece kendi çıkarları ve rahatını düşünmesi, giderek yalnızlaşmasına ve toplumdan soyutlanmasına neden olmuştur. Birtakım hesaplarla ve çevresindeki işgüzarların aklına girmesiyle yaptığı “mantık” evliliğinden de umduğunu bulamayan Hasbi, bir koca olarak da çekilmez bir insan olmuştur. Sadece çocuklarına olan düşkünlüğü, huzurlu bir aile ortamı yaratmaya yetmemiştir.
Hasbi’nin böyle bir kişiliğe sahip olmasının en önemli nedeni ise, hiç şüphesiz çocukluk yıllarında yaşadığı olaylardır. Hayatı boyunca kurtulamayacağı saplantıları, çocukluk yıllarından kalma bir hediyedir ona. Maalesef onu yetiştirmekle mükellef “kuruntu sahibi” büyükleri, anlattıkları ipe sapa gelmez şeylerle beynini yıkamışlar ve farkında olmadan Hasbi’ye en büyük kötülüğü yapmışlardır. O dönemlerde içine işleyen “aşağılık kompleksi” ilerde onu tedirgin, uyumsuz, karamsar, asabi ve doyumsuz bir kişi yapacaktır.
Hasbi, özellikle ekonomik olarak rahata kavuştukça içinde çok gizli bir yerlerde saklı olan komplekslerinin pençesine düşmeye başlar. Hasbi’nin bu dönemlerine baktığımızda, hayattaki en önemli amacının; kendini, özellikle yakın çevresine ispat etmek, onlar üzerinde üstünlük kurmaya çalışmak ve bir bakıma insanlara “ben güçlüyüm, varlıklıyım” mesajını vermek olduğunu görürüz. İçindeki ezikliği maddi imkanlarla bastırmaya çalışan Hasbi, bu eylemlerinde de komik durumlara düşmüştür. Yediğini, içtiğini dahi bir üstünlükmüş gibi çevresine sezdirmeye çalışması, verilebilecek en manidar örnektir.
Hasbi, herkese güler yüzle ve iyi niyetle yaklaşma gayretlerinde de samimi değildir. İnsanların gözünde iyi bir izlenim yarattığında, kendini seven insanların çoğalacağını ve böylelikle onları istediği amaçlar doğrultusunda rahatça kullanabileceğini düşünür.
Hasbi’nin hesapları maalesef tutmamıştır. Çünkü hayat Hasbi’ye yeni yeni sürprizler yapar. Hasbi, planlarını altüst eden her sürprizle yıkılmakta, ister istemez diğer planlarından taviz vermektedir. Ve sonunda daha fazla dayanamayacağını anlar. Hasbi için bunalımlı dönemler çok yakındır artık. Ama yaptığı hatasını geç de olsa anlamıştır…
Yaptığı hataları masaya yatırdığı bir akşam, geç saatlere kadar kendi kendine konuşur. Ve odanın içi dar gelmeye başlar, dışarı çıkar. Yıldızlara bakar dakikalarca ve yıldızlarla konuşmaya başlar. Ve Hasbi’nin dilinden dökülen şu tarihi cümleler gece karanlığını adeta yırtarcasına yıldızlara doğru yükselir:
Evet, biliyorum
Çok geç anladım
Kendi gölgemin gerçek ben olmadığını
Ve defalarca haddimi aştığımı
Geç anladım
Bunca yıl beni oyalayıp
Huzursuz eden şeylerin hiçliğini
Ve tüm bunların nedenlerini…
Hayır, değişmem gerek
Öğrenmem gerek yaşamayı
Geçmem gerek önce kendi içimden
Ve adam gibi nefes alıp
Boşaltmam gerek içimdeki tüm kuşkuları
Ve unutmam gerek
Ne kadar unutmam gereken şey varsa…
Yarın yeni bir gün
Yarın yeni bir dünya
Ve yarın yeni bir Hasbi…
Hasbi o akşam kendi kendine söz vermiştir ama gelin görün ki değişmesi, bunca yıl beynini meşgul eden şeylerden birdenbire kurtulması kolay olmayacaktır. Hasbi’nin kendi kendisiyle mücadelesi bitmek bilmez. Bir şeyleri düzeltmeye çalışırken hesapta olmayan başka şeyler önünü keser. Çünkü koparmıştır bir kere hayatla bağlarını. Düzeltmesi, belli ki zaman alacaktır.
Hasbi daha neler yaşayacaktır bilinmez ama bilinen bir şey varsa o da: Ellisine merdiven dayayan Hasbi’nin bir şeylere niyet etmiş olmasıdır. Çalıştığı şirketin kasvetli odasında her gün pür dikkat görevini yaparken, kafasının bir yerlerinde de şimdiye kadar yaşadığı her şey yeniden canlanmakta ve yaşadıklarından öğrendiği ne varsa, bunlardan hareketle yeni stratejiler geliştirmektedir.
Küçük bir kağıda kargacık burgacık yazısıyla yazdığı ve son günlerde sürekli cebinde taşıdığı, aşağı yukarı her gün okuduğu bu söze bakıldığında belki de Hasbi’deki değişim arzusu daha iyi anlaşılacaktır:
“Hiçbir şey için geç değildir.”