Ömer AKŞAHAN
18 Mart akşamı Ödemiş Belediyesi Kültür Evinde Ödemiş Atatürkçü Düşünce
Derneğinin sohbet toplantısında onu yakından tanıdım. O, özlemini yıllardır içimizde
yaşattığımız, genç, Atatürk ideallerine sıkı sıkıya bağlı, laik, aydın bir öğretmendi. Anne
ve babası da emekli öğretmen olan bu genç kızımız günün birinde Ege’nin bize çok da
uzakta olmayan bir iline bağlı bir köyüne öğretmen olarak atanır. Bu atamadan hoşnuttur.
Çünkü ne de olsa, o, bir Ege çocuğudur. Yöre insanına hizmet edecektir. O güne değin
doğu ve güneydoğuya atanan arkadaşlarının görev aldıkları yerlerde yaşadıklarından
öğrendiği birçok şey vardır. En azından burada o tür olumsuzlukları yaşamam diye
düşünmektedir. Ancak bu düşüncelerini köye adım attığı birkaç gün içersinde unutmak
zorunda olduğunu görür.
Batı Anadolu’da dediği bu köyde erkeklerin büyük çoğunluğu sarıkla gezmektedir.
Kadınları anlatmaya bilmem gerek var mı? Kendisi ise o güne kadar nasıl giyinip makyajını
yapmışsa o şekilde köye gelmiştir. Annesinden, babasından ve okulda öğretmenlerinden
aldığı eğitim bunu gerektirmektedir. Ayrıca öğretmenleri kendisine, ‘Türk öğretmeni
modernliğin bir simgesidir. Sen de gittiğin yerde modern yaşamın güzel bir örneği olacak
ve inancını en iyi şekilde temsil edeceksin. Bağımsız bir ülke olarak gelişmiş devletler
düzeyine çıkabilmenin yolu ancak Atatürk fikirlerine, ideallerine sahip çıkan siz öğretmenlerle
olacaktır.’ diye öğütlemişlerdi.
Genç idealist öğretmen kızımız yaşadıklarını heyecanla anlatırken insanın tüylerinin
diken diken olmaması ne mümkün! Eski Milletvekilimiz Sayın Mehmet Özcan, kulağıma
eğilerek, “Çalıkuşu’nun Feride’si gibiydi.”derken çok yerinde bir saptama yapıyordu onun için.
Genç öğretmen heyecanla: ”İlk günler benim için çok büyük zorluklarla geçti. Köylülerin
bana karşı gösterdikleri garip davranışların yanısıra köy imamının benim için ‘Şeytanın Kızı’
damgasını vurup, ‘Onunla kimse görüşmemeli, o, sizi ancak zehirler’ şeklinde Cuma
hutbelerinde köylülere beni şikâyet etmesi üzerine çareyi ailemde aradım. Ağlamaklı bir
sesle: ‘Ya bu köyden beni aldırırsınız ya da öğretmenlik mesleğinden vazgeçerim’,
dediysem de, babamın bana, ‘Sen devrimci bir öğretmensin ve öyle olmaya da devam
edeceksin. Her şekilde biz senin arkandayız. Yalnız, çalışmalarında kesinlikle kimseyi
kendine hedef almamalısın. Öğrencilerine sabrın yettiğince Atatürk’ü ve düşüncelerini
anlatmalısın. Ailelerle birebir ilişki kurmalı, onların sofralarına konuk olmalısın. Böylece
onlara gerçek Atatürkçülüğün ne demek olduğunu anlatma şansı bulabilirsin.’ şeklindeki
öğüdü üzerine mücadeleme kaldığım yerden devam ettim.”diyerek bitirdi sözünü.
O, Anadolu’nun çilekeş, yol yordam gösterilmemiş, din adına belki de yanlış bilgilerle
donatılmış; her seçimde oyu alınıp unutulacak bir topluluk olarak algılanan insanlarına ve
çocuklarına her fırsatta Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerle gelinen noktayı anlatıyordu.
Üç yıllık bu kutsal mücadelesinin sonunda ise genç öğretmen, gurur dolu bir ifadeyle
şunu vurguladı: ”Bugün zekâ düzeyi en düşük görünen öğrencime de sorsanız, size Atatürk’ün
kim olduğunu ve onun ilkelerini çok rahatça söyleyebilir. Bugün çalıştığım köyün her evinde
-tabii imamın evi hariç- Türk bayrağı ve çerçeveli Atatürk resmi asılıdır. Bütün bunları kendi
çabalarımla, her ziyaret ettiğim eve hediye olarak götürdüm ve asmalarını sağladım.”
Atatürkçü Düşünce Derneğinin bu sohbet toplantısı da gösterdi ki, Başkanından tutun da
üye olan olmayan herkesin yüreği dopdolu. Hani bir dokun, bin ah işit derler ya, aynen öyle.
Üzülerek belirtmeliyim ki, Atatürk’ün kurduğu partiden seçilmiş hiçbir yerel yönetici orada
yoktu. Başkan Mustafa Toker’in de belirttiği gibi bu derneğin adını duyan öcü görmüşçesine kaçar
hale gelmiş. Buraya nasıl gelindiğinin iyice sorgulanması gerekir derim.
Oysa Ödemiş, gerek Kurtuluş mücadelemizdeki konumu itibariyle gerekse Atatürk’ün
başlattığı devrimlerin benimsenip uygulanması yönünden farklı bir yere sahiptir. Bunu bize
en iyi anlatan eseri de yine dostumuz, büyüğümüz Alev Coşkun, ‘Kuvay-ı Milliye’nin Kuruluşu
(En Uzun 15 Gün Ödemiş Direnişi)’ adlı yapıtında çok akıcı bir dille ve belgeleriyle anlatıyor.
Yeri gelmişken bu kitabı her Ödemişlinin okumasını öneririm. Hatta bu konuda Ödemiş ADD
olarak öncülük edilmeli. Eminim Alev Coşkun Bey bu girişime sevinerek destek verecektir.
Yine bu toplantıda ortaya çıkan bir durum, esasen malumun ilanı gibi olsa da
söylemeden geçemeyeceğim: Her düzey ve türdeki okullarda Atatürk düşmanlığı tescilli,
sayıları yıllar içinde giderek kabaran öğretmenler var. Bu kişiler, kendi inançlarına ve
ideolojilerine ters tavır sergileyen öğrencilerini gerek notla gerekse dışlayarak tehdit
etmekteler. Hatta daha da ileri giderek kendi topluluklarına katılmalarını istemekte bir
sakınca görmemektedirler. Yine okullarımızda artık öğretmenler 12 Eylül öncesi
dönemlerdekine benzer biçimde, herkes kendi safındakilerle bir arada toplantılarda boy göstermekteler.
Bu yazdıklarımdan daha fazlasını okullu gençlerden dinleyebilirsiniz.
Gençlerin anlattıkları, bize, tarihin tekerrür ettiğini gösteriyordu. Oysa biz bu filmi daha
önce de görmüştük. Şimdi o acıklı sahnelerin yeniden yaşanmak zorunda kalınmaması adına,
daha geniş katılımlı ve değişik ortamlarda; özellikle gençleri Atatürkçü düşünceyle tanıştırmak
için çalışmalara hız verilmesi fikri herkesçe kabul gördü.
Bu toplantıda dikkatimi çeken bir başka kişi de, Ödemiş merkezine yakın bir köyden gelen
yurttaştı. Söyledikleri dinleyen herkesin ilgisini çekti. Atatürk ve onun hayata dair görüşleri
konusunda köylülerin yeterince bilgilendirilmediğini, bu nedenle mutlaka köylüye gidilmesini,
Atatürkçü düşüncelerin sabırla anlatılmasını istedi. Eğer bu yapılmazsa, bugün yaşananların
daha da katlanarak artacağının altını çizdi.
Sayıları az da olsa gençlerin varlığı, toplantının sevindirici bir yanıydı. Hatta bu gençlerin
kendilerini ifadede gösterdikleri başarı da takdiri çoktan hak etmişti ve aldıkları alkış da onun
bir göstergesiydi.
Atatürkçü düşünceye en çok sahip çıkanlarınsa Kurtuluş Savaşındaki gibi bugün de yine
kadınlar olacağının işaretini sohbete katılıp görüşlerini dile getiren kadınlar verdiler.
Toplantıda ortaya çıkan görüşleri özetlersek: Bugünkü çağdaş Türkiye’yi bırakıp, kadını
aktif yaşamdan soyutlayan bir yaşam biçimine götürme özentilerinin önüne ancak yine
Atatürk’e inanarak ve ilkelerini yaşatarak geçebileceğimize vurgu yapıldı. Katılımın bir hayli
yüksek olması da toplantıda belleğe kaydedilen bir başka noktaydı.
Öte yandan, çağdaş, modern kıyafetli ama dinine bağlı bir genç öğretmen kızımızı sırf giyim
ve kuşamı nedeniyle cami kürsüsünden ‘Şeytanın Kızı’ diyerek karalayan cehalet örneği bir din
adamının varlığını duymak ve bu tip kişilerin toplumu nasıl zehirlediğini görmek üzüntü verici
olduğu kadar kaygı verici olduğunu da belirtmeliyim.
Ödemiş Atatürkçü Düşünce Derneği yönetiminin samimi yaklaşımı, gelecekteki iş ve
eylemlerinde ne kadar başarılı olacaklarını bize gösterdi. Onları kutluyor ve destekliyorum.