dört çivisinden üç tanesi düşmüş
bir şehir tabelasının tam altında oturuyorum .
onunla neler yaşadığımı , yüzüne karşı söyleyince
bu tabela düşüp beynimi parçalayacak ,
çok iyi biliyorum …
-senin matematiğin yok şehir , mantığın ters , felsefen ölü -
Sokrates , ışığı mazgala saklı sokaklarda yerde sürünüyordu
ben oradaydım , bütün pencereler aynı karanlığa açılıyordu
elimi uzatsam dişlenecek , sesimi yükseltsem fişlenecektim
korku , isli bir macun gibi bütün renklerini ağzıma sürüyordu
çocukluğum sanıyordum kendimi , yemesem üşüyecektim .
/ olmasa bir martı , üstüme örtüyordu çığlık kanatlarını …
kilitli her kapı inzibat kuvveti sanki mezarlıklarda dolaşıyor
yazık “ölü canlar“ bile tozuna bulaşacak bir sahne bulamıyor
birazdan yağmur boşansa bardaktan , öylesine sevinecektim
Platon ; bir film platosunun makyaj odasında öldürülüyor
cesaret gibi koşarak , sel sularına kapılıp ihbar edecektim.
/ ya sen hangi gölgedesin , saçlarımdan saklıyorsun saçlarını …
gökyüzünde kara bir delik , güneş çok uzaklara kaçıyordu
ne söylerse Aristoteles , artık hiçbir sözü kabul görmüyordu
ben ağzımı bir açsam , öfkemi gıyabiden vicahiye çevirecektim
suskunluğum işte bu sebeptendi , şiddetim içimde tutukluydu
sığınacak tek liman kalmıştı , saklanırsam bilinmeyecektim .
/ tutabilseydim bir kez ellerinden , koklayıp yapraklarını …
-sende verecek sevda da kalmamış şehir , ismin gözyaşı gölü-
dört çivisinin hepsi birden düşmüş
yurtsuz bir şehir tabelasının tam altında oturuyorum
cıvataları paslı bir cendere , giriyor beynimden içeriye
gene ne olacaksa bana olacak ,
çok iyi biliyorum
bu şehir ben oluyorum ……..
………………..
hikaye … : bu şehirde , bir ülkede ,
belki sen kırlarda yeniden açarken ben boşluk oluyordum ki ,
tarifi imkansız ….…