Son Ekonomik Krizin Düşündürdükleri

1970’li yıllardan itibaren alternatifsiz gibi gösterilerek uygulanmaya başlayan neo-liberal iktisat politikalarının artık sürdürülemez hale geldiği bu krizle birlikte çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Düzenlenmemiş piyasaya olan inanç artık sarsılmaya başlamıştır. Kapitalist sistemin dışarıdan bir müdahaleye gerek olmadan kendi kendini düzenleyeceği, Adam Smith’in meşhur tabiriyle “görünmez el” in sistemi regüle edeceği ve böylece her kesimin çıkarının maksimize edileceği tezi iflas etmiştir.

yazı resimYZ

Son Ekonomik Krizin Düşündürdükleri

2008-2009 Krizi ve Neo-Liberal Açmaz
ABD’de başlayan ve dalga dalga Dünya’ya yayılan,1929 Büyük Bunalımı’ndan sonra en büyük ikinci mali kriz olan 2008 krizi,serbest piyasa ekonomisine iman etmiş Anglosakson ülkelerinde bankaların ve kredi kurumlarının iflasına yol açtığı gibi ekonomik durgunluğa da sebep olacak gibi görünmektedir.1970’li yıllardan itibaren alternatifsiz gibi gösterilerek uygulanmaya başlayan neo-liberal iktisat politikalarının artık sürdürülemez hale geldiği bu krizle birlikte çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Düzenlenmemiş piyasaya olan inanç artık sarsılmaya başlamıştır. Kapitalist sistemin dışarıdan bir müdahaleye gerek olmadan kendi kendini düzenleyeceği, Adam Smith’in meşhur tabiriyle “görünmez el” in sistemi regüle edeceği ve böylece her kesimin çıkarının maksimize edileceği tezi iflas etmiştir. Özellikle, savunulan bu tezin büyük bir imanla uygulanan Anglosakson ülkelerinde yanlışlanması daha da anlamlıdır. Kıta Avrupası’nda görece düzenlenmiş iktisadi yapının, mali krizden daha az etkilenmesi neo-liberal tezin yanlışlığının açık bir ispatı gibi de görülebilir. Devletin aktif olarak mali sisteme müdahale ettiği ve ideolojik önyargısız olarak düzenlemeye karşı herhangi bir direncin oluşmadığı Kıta Avrupası’nda krizin daha az zararla atlatılacağını öngörmek pek de yanlış olmasa gerektir.Bu durumun sebebi,sol/sosyal demokrat partilerin iktidarda oldukları süre içerisinde vahşi kapitalizmi dizginlemek için uyguladıkları düzenleyici sosyo-ekonomik politikaların gerekliliğine olan inançtan kaynaklanmaktadır.

Bunun yanında, devletin ekonomiye müdahalesini ve planlı ekonomiyi sol düşüncenin iktisat politikası gibi sunmak da yanlış/yanıltıcı olacaktır. Serbest piyasanın dizginlenmesi, kendi haline bırakılmaması önemlidir. Fakat buradan solun iktisat politikası planlı ekonomidir şeklinde bir çıkarımda bulunulamaz. Önemli olan bölüşüm mekanizmasına müdahale etmek, sağlık ve eğitim gibi en temel hizmetlerden halkın ücretsiz faydalanmasını sağlayabilmektir. Sovyet deneyimi göstermiştir ki, mülkiyetin devlette olması, özel mülkiyetin olmaması da eşit ve özgür bir toplumun gerçekleşmesine olanak vermemiştir. Mülkiyetin devlette veya bireyde olması, son tahlilde çok önemli değildir. Mülkiyetin toplumsal olması, eşit ve adil bir bölüşüm mekanizmasının olması galiba en önemli açılımdır.

Kapitalizmin krizi nedeniyle gündeme getirilen “Marx haklı mıydı?” şeklindeki popüler soru beraberinde gelen tartışma ise, gündemden düşmeyen bir diğer konudur. Her ekonomik krizden sonra kapitalizmin sonunun geldiğini iddia etmek pek gerçekçi bir yaklaşım tarzı değildir. Birinci küreselleşmesini 19.yüzyılda tamamlayan kapitalizmin, bunalımlarla, krizlerle birlikte var olduğu bilinmektedir. Bu krizlerin sistemin kendini yenilemesini sağladığı, belirli bir durgunluk döneminden sonra tekrar hâkimiyetini tahkim ettiği açıktır. Marx, kapitalizmin
sonunu yine kapitalizmin kendi bünyesinden kaynaklanan iç dinamiklerin hazırlayacağını savunmuştu. Fakat tabii ki bu sürecin kendiliğinden değil, politik praksisle gerçekleşeceğini iddia etmişti. Ardaki fark budur. Kapitalizmin, barbar, yıkıcı ve insancıl olmadığı tezi de halen geçerliliğini korumaktadır. Günümüz koşullarında önemli olanın ise, insan merkezli bir iktisatın mümkün olup olmadığı yönünde bir soru ve tartışma olmalıdır.

ABD’de banka kurtarma operasyonlarını, sisteme müdahale olarak algılayan ve bunu son tahlilde sosyalist bir model olduğunu savunan Cumhuriyetçilerin tepkiselliği de anlaşılır gibi değildir. Halen, zihniyetlerine soğuk savaş dönemi Dünya Görüşü’nün hakim olduğu bu ülkenin insanlarının meseleye bakış açısı oldukça şaşırtıcıdır. Büyük bir bunalıma sürüklendiği halde, müdahaleyi sosyalist bir uygulama olarak görerek reddetmeyi düşünen ve ilk paketi de reddeden bu zihniyet oldukça sorunludur. Siyasal sistemin sorgulanmadığı ve birbirinden çok da farklı görüşleri olmayan iki ayrı partinin, neredeyse dönüşümlü olarak iktidara geldiği ABD’de vahşi kapitalizm bütün yıkımıyla egemenliğini sürdürmektedir. Sağlık ve eğitim gibi iki temel sistemin piyasa koşullarına teslim edildiği bir ülkede, parası olanın her türlü imkana sahip olduğu, yoksul kesimin ise asgari yaşam koşullarına bile sahip olamadığı artık gözden kaçmayan bir gerçektir. Bütün bunlara rağmen, daha iyi yaşam koşullarının varlığını sürekli olarak dile getiren ve sistemin açıklarını somut biçimde gösteren entellektüelere ve siyasetçilere karşı kayıtsızlık anlaşılır gibi değildir.

Türkiye’de ise geçmişte uygulanan ve günümüzde de dönem dönem başvurulan iktisat politikasının Anglosakson ülkelerinden ziyade, Kıta Avrupası ülkelerinin politikalarına benzediği savunulabilir.1933’ten itibaren uygulanan planlı ekonomik sistem1950’lerde daha esnek bir hale getirilse bile 1960’dan sonra tekrar tahkim edilmiş ve 1980’lere kadar hâkim iktisat politikası olma niteliğini devam ettirmiştir.1980’lerde başlayan neo-liberal politikalar,1994 ve 2001 krizleriyle birlikte sürdürülemez hale gelmiş ve 2001 müdahalesiyle kısmen toparlanma yoluna girmiştir. Fakat mevcut siyasal iktidarın bütün güven telkinlerine rağmen, iktisadi ve sosyal yapının bu krizden büyük bir hasarla çıkacağı tahmin edilmektedir. Bankalar iflas etmese bile, zaten zor yaşam koşullarında hayatını idame etmeye çalışan yoksul kesimlerin hayatlarının daha da zorlaşacağı açıktır. Özellikle sağlık sisteminin kerte kerte paralı hale getirilme planlarının uygulamaya geçtiği günümüzde emekçi kesimin meseleye daha bütüncül yaklaşması ve kararlı bir biçimde tepkisini sürdürmesi gerekmektedir. Güçlü bir sol toplumsal tabanın olmadığı Türkiye’de, mevcut siyasal iktidara alternatif olacak bir oluşum gözükmemektedir. Bu sebepledir ki, iktidara karşı seçenek olacak oluşum, ancak krizin derinleşmesiyle ortaya çıkacak gibidir. Böyle bir durum olsa bile, iktidara sol/sosyal demokrat bir hareketin gelme ihtimalini aktif siyasal katılım ve emekçi kesimlerin karalı mücadelesi belirleyecektir.

Başa Dön