Yazmak sevgisi değildi aslında, yazamamak korkusuydu beni anlatan. Hangisi bendim bu anlattıklarımdan. İçimde gezdirdiğim ışıklar hangi insanların gölgelerini vuruyordu odamın duvarlarına. Çoğunun isimlerini bile hatırlamadığım o insanların bazılarından bir gülüş, bazılarından bir söz,bazılarından da hatırladıkça karmımı ağrıtan acılar kaldı..
Adım adım yaklaşır kendisine insan. Kelimeler yavaş yavaş gelir bazen. Ama evet hayatla bir sorunu olanlar uğraşır ancak böyle işlerle. Ağzını çocukken çizdiğimiz Cin Alinin ağzı gibi yarım ay şeklinde açıp gülümserken çok mutluyum, çünkü kendimle barışığm diyenler değil.
Ben kendimle hiç barışamadım. İçimdeki çatışma hiç bitmedi. Hiç alışamadım sorgusuzca, hesapsızca yaşamaya. Masalların sonuna inanmayan o çocuklardan biride bendim. Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar diye biten acınası sonlardan hep nefret ettim. Ben hep yüreklerde ince bir sızı bırakan hikayeleri sevdim. Aşık oldum unutamadım diyen yazarların yazdıklarına. Ruhumda iz bırakan yaralara usulca dokunanları sevdim, yaralarına hayran oldum acıyla gülümseyenlerin. Bangır bangır bağıranları değil sessizliği mabed edinenleri sevdim. Onların sessizlikleri çıldırttı beni. Onların çığlıkları uyutmadı geceleri. Edebi bilmeden mabedi arayanlara güldüm. Sadece yazılanları değil yazılamayanlarıda okudum satır aralarında.
Bir dil için bir ömür tüketenlere değilde, ülke için cinayet işleyen ucuz filmlerin ucuz kahramanlarına itibar eden halkıma üzüldüm. Türk kelimesinin bir ırkın adından çok bir medeniyetin, muazzam bir uygarlığın adının olduğunu anlayamayanlara üzüldüm. Çok üzüldüm ağzını doldura doldura Ne Mutlu Türküm Diyene diyemeyene. Yan yana durupta aynı coğrafyada aynı suyun sesini taklit ederken gürül gürül su olup akamayışımıza üzüldüm.
Ve sonsuza dek mutlu yaşamadılar ama umut hep vardı.