18 Ocak Cumartesi günü Denizli Turan Bahadır sanat galerisinde açılan bir sergiye gittim. Sergi salonuna girer girmez kendimi bir sergide değil de tablolara konduruluvermiş yaşam kesitlerinin içinde hissettim...Hani resmin içinde yaşamak vardır ya, geçmişinize anılarınıza, adı konmamış hayallerinize aşklarınıza götürür sizi, kapılıp gidiverdim çerçevelenip dondurulmuş yaşamların içine...Neler yoktu ki tablolarda yaşadıklarımızdan. Hala geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir Acıpayam köyünden gizlice kesilip getirilivermiş karelerdi her biri. Ressam M.Emin Özmen'e resimlere verdiği yaşamdan dolayı teşekkür ettim.Her şey en ince ayrıntısına kadar işlenmişti resimlerde.Ayrıca herbir tablonun da kendi adı vardı yaşamdan çalınmış. Kültür Bakanlığı'nın resimlerle ilgili bir katalog yaptırıp tüm yurda dağıttığını öğrendim oradayken.
Herbirinin tarihsel birer belge niteliğinde olduğunu belirtmiş bakanlık. Hemen girişte 'Kına Kuzusu' isimli tablo karşılıyor sizi. Tabloda gelin pembesine boyanıp süslenmiş bir koç geline hediye edilmek üzere davul zurna eşliğinde götürülüyor. Çeşme başında iki hanım,ikisi de terlikli, fistanları allı yeşilli, bir yandan su doldururken diğer yandan kuzunun ihtişamını seyrediyor. Sonra köy kahvesi isimli tablo; taşlıkda bir kahve , adına nispetle taşlık da kahve, sandalye ve masalar da...Köy odasında kalaycı, türkülere inat köyün güğümleri leğenleri kalaylı. Hayat bölümü, sap vuranlar, tütün dikenler, ekin biçenler, gelin inerken, kar yağarken, horoz öterken, ödev yaparken, kazık oyunu, su gelini oyunu,... gibi tam olarak sayamadım ama en az elli kadar tablo var sergide. Bütün resimlerde köyün deresini, çeşme başını, tipik kerpiç ve taş evlerini, yöresel kıyafetleri, yalnızca aşk motifinin işlenmiş olduğu yerel kilimleri, değirmeni, köy odalarının bir duarında asılı duran gaz lambasını, odaların oymalı raflarını, rafların üzerine dizilmiş misafir sahanlarını, ahşap tavanlara asılmış mısır püsküllerini, kurutulmuş kavunları, masal kabaklarını, ve köye adını veren taşları tüm ayrıntılarıyla görmeniz mümkün. Geçmişimizden bir fincan kahve tiryakiliğinde...
En çok 'su gelini oyunu' isimli tabloya asılıp kaldım bir seyirlik...Bir cuma namazı vakti ve cami önü işlenmiş dere kenarında. Üç beş çocuk dereden su dolduruyorlar bakraçlara. Oyunun öyküsünü sordum ressama.' Çocuklar korkuluktan gelin yaparlar' dedi. Allı yeşilli, pullu ışıllı bir gelin. Ve 'cami önüne getirirler. Korkuluk gelin dereye ışıldar, ışıltısından dere çağıldar. O sırada çocuklar cami önüne mendil açarlar. Camiden çıkan herkes mendile para atar, atmayanı bakraçlarındaki su ile ıslatırlar. Sonra mendilde biriken para ile çerez alır, sokak aralarında koro halinde şarkılar söyleyip dolaşırlar'. Sanki oyun içinde oluveriyorsunuz o an; oradaki çocuklardan birisiniz ya da gelinin başındaki eflatuni tül sizin flarınz.
Işıl ışıl bir başka çıktım bu sergiden...
Su Gelini Oyunu
Hani resmin içinde yaşamak vardır ya, geçmişinize anılarınıza, adı konmamış hayallerinize aşklarınıza götürür sizi, kapılıp gidiverdim çerçevelenip dondurulmuş yaşamların içine...