I.
Şehir ilk ışıklarını gösterdi en sonunda.
...
Sufi:
mevsim son muhacir kuşlarını da alıp göklerine
erişilmez uzaklara gitmenin telaşı içinde.
Elimde dönen tespih taneleri gibi
nasıl da döne döne gidiyor zaman
hazan hüznü kovalar
rüzgâr hırpalar
ufalar yaprak kalanlarını
bu bozkırda ve çorak toprakta
ömür ağacının dallarında
kış soğurtur damarlarımı
ayaz çatlatır kanatır
ışığın seyreltemediği
yaralarımı
"kabuk bağlasın diye
toprak basardı yaralarına
toprak çoraktı
toprak olmaya müsaitti her yarası
toprak can olmaya"
- gönlüme sığan dört bin mevsimi
dört mevsime sığdıramıyorum artık
sırtımın kamburundan taşan
geçmiş günlerin ağırlığınca
bana neden aynı hırkayı giydiriyorlar?
Bu ıssız anın içinde
uyandığım her sabah
ayrı bir ayrılığın hasretine adanmışım gibi
eski beyaz bir hırka
eski bir beyaz...
Kalbimi bir serabın büyüsü vurmuş
serap ki hasreti seraba bağlayan
kördüğüm hülyası
köz gözleyen
rüzgârın fısıltısında
ne zaman suyu özlesem
beni kendimle avutur
bu hiç bitmeyen sürgit
bu meşum kapkara büyü
ne zaman yaklaşsam kendime
bozulur aynada birden
parçalanmış dağılmış
oynaşır insicamın her bir gölgesi
sonra ben olur yeniden
bu peşime düşen
yarı cansız iskeletsiz
gölgeler
bende kaybolur birden
ıssızlaşır bu kocaman bozkır
boşluğun ortasında beni
kendi nefesimle boğan ufunet
bu ekşimsi kekremsi
bu üzerime sinen
yapa yalnızlığın tadı
Hangi anın içinden alınmış bir münzeviyim ben?
Hangi kalabalıkların yalnızıyım?
yalnız kuşatılmış ve hapsedilmiş
zaman öncesi ve zaman sonrası
sonsuz kere sonsuz kısa bir anda...
en uç noktasına yer üstünün
sürgün edilmiş kıyısında köşesinde
bir nefes olsun bulunmaz bir can
kuş uçmaz kervan geçmez
bir yer de ki yer neresi
ne kadar uzakta geldiğim yerden
ne kadar olsun uzaktayım
ana rahmimden
kovulmuş
fışkırmış
sürülmüş
hayatın en mutlak yalnızlığına
II.
Şehir ilk ışıklarını gösterdi en sonunda
perçemini indirmiş arsız, yetişkin bir kadın gibi
kamaştırıyordu gözlerini Sufi’nin
şehrin halojen lambaları.
III.
Hani nerde o ikindi vakitlerinin afrodizyak
insanı çıldırtan ve emiştiren süt beyazına
kuzuların sabırsız bekleyişlerine benzer
narkoz etkisi ve biraz mayhoş uyku sersemliği
dağ havası içerilerinde şehrin.
Oldurmuyor insanı toprak üstüne
yamalanmış gibi duran betonsu
kalıpsı hantal dökme zift ve katran karası
kalıplaşmış ve başkalaştırmış toprağı
soluk soluğa boğulan kendi gözeneklerinde
nefes nefese bırakmıyor insanı
kendi öz ten renginden, hücrelerinden ayrıksı
bu şehrin griye çalan metalik örtüsü
yerle göksüz gökle yersiz ilişki kurdurmuş
şehre, şehirli evlere ve şehrin insanlarına.....