Üç İki Bir... Sus

içindeki çığlıkların boğazında kelepçelendiğini hissediyordu yusuf babasının ellerinin kelepçelendiği gibi...

yazı resim

Gün yeni aydınlanmaya başlamıştı kasabada, annesi yusufun elini sıkıca tutmuştu canı acıyordu
ama korkudan hiçbirşey soramadı bu saatde istasyonda ne işleri vardı nereye gidiyorlardı

Basını yukarı kaldırdı gökyüzünün bu halini ilk kez görüyordu rengi ne siyahtı ne de mavi şaşkındı.İki üç saniye yabancı olan bu görüntüye baktı derin bir nefes aldı tahta kapıyı açıp
bekleme salonuna geçtiler köşedeki sandalyelere oturdular.duvarları sarı boyalı taş zeminli bir odaydı burası yusuf için çok renksiz bir yerdi, zaten istasyonun bu hastalıklı havasını hiç sevememişti ama yine buradaydı işte oda çok soğuktu çelimsiz bir istasyon memuru odanın tam ortasındaki eski sobayı elindeki gazete parçalarıyla yakmaya çalışıyordu.dört kişiydiler odada yusuf, annesi, istasyon memuru ve odanın öteki ucunda oturan yaşlı bir kadın ,kadının elinde kasabadaki kadınların işledikleri sonrada şehire satmaya gönderdikleri çantalardan vardı annesi de bir süre yapmıştı bu çantalardan pek birşey kazandırmıyordu ama yinede babası gelene kadar idare ediyorlardı. Bir anda içinde tarif edemediği bir korku hissetti yusuf,babası yoktu gitmişti bir gece evlerine gelip almışlardı onu anlam veremiyodu neden niye gitmişti herkez susuyordu o susmak istemiyordu içindeki çığlıkların boğazında kelepçelendiğini hissediyordu babasının ellerinin kelepçelendiği gibi buna katlanamıyordu.Neden silah sesleriyle yaşıyorlardı,neden belli saatlerden sonra sokağa çıkılmıyordu sokak herkezin değil miydi?

Bu sorularla annesine dönüp baktı başka bir kadın vardı karşısında korktu, annesinin o güzel yüzü sapsarıydı tuhaf bir sarılıktı bu hastaydı sanki iri siyah gözlerindeki bakışları donuktu soluk dudaklarının kenarlarındaki ince çizgiler onun ne kadar yorulduğunu bağırır gibiydi. Bütü sorulardan vazgeçti yusuf yabancısı olduğu bir gökyüzünün altında kasabadan ayrıldı.
sustu
unuttu
]]

Başa Dön