Kanatlarına umutlarımı bağladığım sayısız kelebeğimi berrak ufka bıraktım bugün kavanozlarından. Omuzlarımda dünyanın dayanılmaz yükü varken ve ben bu yükü bir hamalcasına taşırken, bir de onların yüküne katlanamazdım.
Üstadın (N.F.K) kabrini ziyaret edip, tırmanmaya devam ettikten sonra, çayımı yudumlarken ve Pierre Loti gözüyle eşsiz maviliğe bakarken, geleceğe dair umudum vardı. Oysa ben şimdi Meryem gibi kanadı kırık, yaralı.
Bişr-i Hafi gibi ayaklarımla arzı öperken sahilde, ya da oradan Şehr-i İstanbulu izlerken hayranlıkla; ecdada layık bir fakir olmaya dair umudum vardı. Oysa ben şimdi savaş firarisi bir zalim gibi yüzü kara, gözü gerçeğe kapalı.
Kalemimi elime alıp birkaç şey karaladığımda ya da hocalarımı can kulağıyla dinleyip, söylenenleri hazmetmeye çalışırken ilimi birinci tekil şahsa göre çekimlemeye dair umudum vardı. Oysa ben şimdi şirazeden çıkmış bir kağıt gibi beyhude ve hovarda.
İşte bunları dökerken kağıdıma gözyaşlarıyla, ilişiverdi gözüm garip seccademe. Gel diyordu sanki bana... Bir umut vardım yanına.
Dilime Allah kelamını alıp, kıbleye yönelmeden önce dünyanın keşmekeşi içinde kıvranan bedenimden boşanan sayısız küfür vardı. Dünyalık şeylere dair yalanlarım vardı sübutsuzca söylenivermiş. Oysa ben şimdi Yusuf gibi kurtuluyorum kuyudan, zindandan, karanlıktan...
Sevgiliyle buluşurcasına heyecanla ve bir titreyişle alnım secdeye konmadan önce dünyaya sevda vardı içimde. Oysa şimdi ben Ali gibi aşık, Fatıma gibi sadık sana.
Sen varken başka şeylere umutlanmak boşuna. Şimdi sana dair ne varsa hepsini akıttım yüreğime. Ve dindirdim ruhumun kanayan yaralarının sızılarını. Şimdi kelebeklerim hür, kavanozum boş, lakin ellerim dolu. Ya Rabbi! Ne olur unutturma bana seni ve bıraktırma bu yolu... AMİN