Çocukken her şey ne kadar berrak, ne kadar güzeldir. Her şey olması gerektiği gibi... Çocukken ne kadar mutludur insan... Zaten bu yüzden değil midir, her mutsuz olduğumuzda "keşke çocukluğuma geri dönebilsem" deyişimiz. İnsan büyüdükçe çocukluğundan uzaklaşıyor biraz. Büyüdüğünü düşünüyor. Çocukken yaptığı her şeyin orada kalması gerektiğini düşünüyor. Peki ama, niçin? Niçin, biz büyüdükçe bazı duygularımızı geride bırakmayı seçiyoruz? Çocukluğumuzdan-güzel olduğunu ve hiçbir zaman o kadar mutlu olamayacağımızı düşündüğümüz dönemden- bir şeyler taşımıyoruz bugünümüze, yarınımıza?
Mutluluk... İnsan hayatında hep kısa anlardan ibaret olan bir kelime gibi algılanıyor artık. Mutluluk, kısacıktır, uzun sürmez deniyor. Niçin sürmesin? Her şey bizim elimizde değil mi? Neden, kendimizi daha çok mutsuz edip, daha az mutlu ediyoruz? Bir söz vardır: "Mutlu olduğumuz için mi gülüyoruz, güldüğümüz için mi mutlu oluyoruz?" Tam bir paradoks... Bana kalırsa güldüğümüz/ gülebildiğimiz için mutlu oluyoruz. Demekki hayatta hâlâ gülünecek şeyler bulabiliyoruz. Demekki hâlâ bir şeyler tükenmemiş hayatta. Yaşayabilmek, gülebilmek ve mutlu olabilmek için her şey bitmemiş daha.
Bir gülün açışını, bir kelebeğin uçuşunu görmek için yaşamalı insan. Her şeyi değiştirebileceğine inanmalı ve her şeyin bir gün değişeceğine. Bir umudu olmalı insanın... Bir hâyâli... Ve bir de Bu hâyâllerine ulaşabilmek için cesareti... Umut, hâyâl ve cesaret...Mutlu olmak için tüm insanlara gerekli olan üç kelime... Ama, öyle bir üç kelime ki her şeyi değiştirebilecek güce sahip.
Bir umudu olmalı insanın ve bir hâyâli ve de o olmasını umut ettiği hâyâle ulaşacak cesareti. Bu üç kelime olmalı tüm yaşamımızda. Her anımızda...
Umut, Hâyâl, Cesaret
bir umudu olmalı insanın... yaşama tutunmasını sağlayacak bir hâyâli ve cesareti. umut etmesini, hâyâl kurmasını sağlayacak bir cesareti... bu üç kelimeyle her şeyi değiştirmeli/ değiştirebilmeli insan. kendini, hayatını, hayatı, çevreyi, evreni.