Daha “ İki Toplumsal Yara” adlı yazımın mürekkebi kurumadan bir toplumsal utancın içine daha girdik. Bu seferki, sadece birbirimize karşı değil, dünya âleme karşı hissedilen bir utancın acısını yaşıyoruz.
İtalyan bir sanatçı, bir barış gönüllüsü memleketimize geldi ve ne yazık ki bir daha çıkamadı. Otostop yaparak denk geldiği bir insan müsveddesi tarafından, önce tecavüze uğradı, sonra da öldürüldü.
Biz ki; barış nidaları atarak yeri göğü inletiriz. Biz ki; kadına el kaldırılmaz diyen bir milletin fertleriyiz. Biz ki; misafirperverliğimizle övünürken ağzımızdan salyalar akıtırız. Biz ki; yabancılara iyi davranır, sanatçıları el üstünde tutarız.
Yıllarca, bize anlatılan bu martavallarla uyutulduk. Kurduğumuz yalanlara biz de inandık zamanla. İçimizdeki hayvanı saklamak için bu yalanlara ihtiyacımız vardı. Ancak içimizdeki hayvan uyandığında kendimize geliyoruz. Biz ne utanmaz, ne arlanmaz adamlarız. Bize gülümseyen her kadını, kolay ve yatılabilir sanıyoruz. Karşı koyduğunda öldürüyoruz. Bizim için kadın; ya kutsaldır ( o da bize ait olanlar, anne, kız kardeş vb.) ya da cinsel bir araçtır. Kadından dost olabileceğini hiç öğrenemedik. Onun şefkatine, merhametine, sırdaşlığına eremedik. Çünkü bize öğretilmedi.
Çocukluğumuzdan beri, bir hayvandan hallice bir insan olarak büyütüldük.
Yüreğini insanlığa adamış bir meleği, şeytanca duygularla tecavüz edip öldürdük. İçim sızlıyor, UTANÇ DUYUYORUM.